Tanımalar (Kendini, Çevreyi ve Kaderini Tanımak)
Bir insanın bilinçli olması için kendisini, mekânını ve kaderini tanımış olması icap etmektedir. Ancak bu tanımalar sonrasında hayat dair diğer kararları tam anlamı ile doğru olacaktır. Bunun için, şekildeki “tanımalar” dilimini bütünü simgeleyen bir daire gibi fakat diğerlerinden ayrı tuttuk. Kişinin güçlü olması için sağlığını, parasını ve zamanını iyi kullanmayı bilmesi gerekmektedir. Huzurlu bir biçimde yaşam sürmesi için ise eş, iş ve dost seçimini doğru olarak yapması lazımdır. Şimdi bunları kısaca ve örnekler ile açıklamaya çalışalım inşallah.
TANIMALAR
Kendini tanımak
Kişilik oluşturmak ve hayatı yönlendirmek adına kişinin kendisini tanımaya ihtiyacı vardır. Yalnızca dış dünyadaki insanların tanıdığı kadar ile yetinmek insanı münafık yapabilir. Böyle olmaması için kişisel olarak neleri sevdiğinizi, hangi durumda neler yapacağınızı, hayat içerisindeki amacınızın ne olması gerektiğini iyi bilmeniz gerekir. Bunları başkalarından önce kendinizi tanımak için öğrenmelisiniz. Eğer kendinizi iyi tanımazsanız başkalarının sizi tanıdığı şekilde yaşayıp hep öyle kalmaya mahkûm olursunuz.
Örneğin kişi çevresinde kavga eden güçlü biri olarak tanındığını kabullenir ve benimser ise kendisini, bilgi edinme adına, yol kat etmekten de alıkoyacaktır. Nefsine hoş gelen bu tarz söylemler, korku kaynaklı saygı ve hürmetler kişiyi kendisini tanımasını sağlayacak bilgiden uzaklaştıracak, kişinin bildikleri ile ameli arasında mesafeler koyacaktır. Bunun için de hiçbir kabadayı âlim olamaz. Çünkü âlim, bildikleri ile amel ederek sorumluluk duygusu taşıyandır.
Bir öğrenci sesinin güzelliğinden ötürü şarkıcı olması gerektiği söylemlerine kendisini inandırdığında veya iyi futbol oynadığı için futbolcu olması gerektiği söylemlerine kendisini kaptırdığında, o andan itibaren, yavaş yavaş derslere olan ilgisi kalmaz. Belki şarkıcı olur, futbolcu da olur ama kendisi ile ilgili olan yetersiz bilgisinden ötürü hiç bir zaman istediği insan olamaz. Mesleğinin getirisi olarak dışa duyarlı bir hayat sürmesi gerektiği için bir yanı hep ezik kalır. Zamanında oluşmayan kişilik, yan desteklerle pekiştirilmeye çalışılsa bile, oluşturulması gerektiği zamanki kadar verimli olmayacaktır.
Sanat ve mafya âleminde yaşamını sürdüren insanların birçoğunun mutsuz, huzursuz hayatlarının ve yıkımla sonuçlanan öykülerinin de özeti budur. Kişinin içinde kötülüğü emreden bir mekanizma ancak kişi bu mekanizmanın varlığından haberdar olmadığında devreye girer. Bu mekanizma, doğal olarak, kişinin aklını istediği geleceği oluşturmaya değil, nefsinin isteklerine hazırlar. Nefsini bilen kendisini bilir, kendisini bilense rabbini bilir. İşte bunun için başkaları için hayat sürmek istemiyorsanız kişiliğinizi oluşturma gayesi ile kendinizi tanımanız gerekmektedir.
Kendisini tanıyarak kişiliğini oluşturan kişi ahlak, nefis, kalp, niyet, günah, mücadele, korku, üstünlük, emanet, ayıp, kusur, itidal, dostluk, ihlâs, birlik, vakar, hayâ, doğruluk, tevazu, merhamet, sabır ve sebat[78] etme meseleleri hakkında bilgi sahibi olur.
Kendisini tanımayan biri ise iki yüzlülükten, öfkeden, kinden, övülmekten, gıybetten, iftiradan, ihanetten, kibirden, ihtirastan, alay etmekten, boş boğazlıktan, zandan, gammazlıktan, fitneden, dalkavukluktan, fesattan ve yalandan habersiz, kendisini her zaman haklı görerek yaşamını sürdürecektir.
Zamanımızda da karamsar ve ümitsiz bulunan İslam ümmetinin her şeyden fazla kendisini tanımaya gerçekten çok ihtiyacı vardır. Şahsiyetli olmak ümmetin refahı ve yükselişi için tek çıkış noktasıdır.
Çevreyi (zamana göre) tanımak
Çevreyi zamanın getirilerine göre iyi tanımayan bir insan aklını iyi kullanmak yerine aklını susturma yoluna gidecektir. Kendisini doğruya ve güzele doğru yönlendirmek adına son olarak ve en iyi bildiği yöne doğru hareket edecektir. Bu gidiş, geleceğe yapılmış bir hazırlık olmayacağı için, kendi zamanındaki çevreye değil geçmişte yaşadığı ve arzuladığı zamana doğru bir gidiş olacaktır. Belki bu gözle bakmadığınız için şaşıracaksınız ama günümüzde bu şekilde yaşayan milyonlarca insan var. Bu tarz yaşam sürdüren insanlar toplum ile pek iç içe olmazlar. Zaman onlar için artık sabitlenmiş bir bina gibi taş ve yalındır. İçinde bulunduğumuz zamanın sıkıntıları ile savaşmadıkları gibi bu sıkıntıların sebebi olarak istedikleri zamanın yaşanılmamasını öne sürmekten hiç geri kalmazlar. Mevzu ne olursa olsun söylemlerinde, sürekli olarak, istedikleri zamanın gereklerini belirtirler ve içinde bulunduğumuz bu zamanda bu gerekliliklerin olmayışına değinen bir şikâyet içindedirler. Bu şikâyetler sürekli olarak biriktiğinden bu zamana uyarlanmış hali ile kendilerine yapılan tebliği de kabul etmez olurlar. Kendileri gibi düşünmeyip hayatla mücadele edenleri ise gaflet içine düşmüş olarak niteleyip onlara acımaklı gözlerle bakarlar. Bu tarz yaşam sürmeleri mücadele ruhunu ve akıl etme yeteneklerini yavaş yavaş en alt seviyelere indirmelerine sebep olmaktadır.
Kendisini zamana göre yönlendirmeyip geçmiş zamanın kaidelerine göre yaşayan insanların, kendi içlerinde, zamana ve mekâna göre ayrılan çeşitleri vardır. Bunların arasında, yirmi yıl önceki şartlarda yaşayanları olduğu gibi, geçtiğimiz bin yılın getirilerini ve dış görünümlerini olmazsa olmaz yaşam tarzı kabul edenleri de bulunmaktadır.
Bu insanlar iç dünyalarını bu şekilde programlayıp bu doğru ile yaşamayı inanç haline getirmişlerdir. Yaşadığımız çağda geçmiş zamanın sıkıntılarının çözümü bulunmuş bile olsa onlar, bir ihtiyaç mesafesinin varlığına inanmaktadırlar. Yaşadığı zamandan memnuniyetsizliğini ibadet olarak kabul edenler bile vardır. Modernleşme ve teknoloji kullanımına şüpheli yaklaşırlar. Dağlık bölgelerde koloni[79]olarak yaşayanları da, sayıları milyonları bulan anakent şehirler de cemaatleşenleri de mevcuttur.
Bilgiyi paket olarak gördükleri için sadece başkasına aktarmak maksadı ile kabul ederler. Bu insanların araştırma ve sorgulama mekanizmaları çok zayıftır. Seçtikleri önderlerine sorgusuz, sualsiz tam bir bağlılık gösterirler. Doğruya ise seçtikleri kişilere teslimiyetlerini göstererek ulaşırlar. Bu nedenle şeflerine veya önderlerine herhangi bir konu hakkında soru sormayı gaflet olarak kabul ederler.
Böyle olmamak için çevreyi zamana göre tanımanın inancınıza, geleneklerinize nasıl boyutlar kazandırdığını iyi bilmeniz gerekir. Yani zaman-mekân ilişkisini iyi tespit etmek gerekmektedir. Aksi halde insan, hangi amaca hizmet için yaratıldığını da yaratıcı tarafından yüklenen sorumluluğu da anlama yetisini kaybedecektir. İnancı zamanın icap ettiği şekli ile bilip uygulamak, tevhidi mücadeleye de bu şekli ile devam etmek ve yaratılış gayesine uygun yaşamı tespit etmek gerekirken yaşanılan zamandaki mekânı iyi tanımamak anlatılanların hepsinden muaf olmak anlamına gelir.
Kaderinizi tanımak
Efendimizin (a.s.m.) müminlere olan tavsiyesine uyup, genel olarak, kader konusuna girmeyeceğim. Bizim ele alacağımız şekli ile kader[80] ölçü, biçim ve program anlamlarına gelmektedir. Bu tanımaktan maksat kaderi, umumi kaderin bir cüz’ü olarak ele alıp kendi kaderinizi de buna göre tayin edip, belirlemenizdir.
Kaderinizi iki türlü tanıyabilirsiniz. Birincisi şahsınız için belirlenen kişilik ve mekân bilgisi ile sunulan kaderdir. İkincisi ise şahsınızı ve bulunduğunuz zamana göre yerinizi tanımlamanız sonucunda belirlenecek olan kaderdir.
Kendisini tanımayıp çevresindeki insanların tanıdığı biri olma gayreti içinde imkânlarını zorlayan birçok insan vardır. Kişinin, kendi yapabileceklerini belirlemesi gerekirken, başkalarının beklentilerini karşılama amacı içerisinde olması kişiyi, kaderini de bu istikamette belirlemeye sevk edecektir. Çünkü insan, kendisine sunulan konumu elde etmek uğruna yola çıktığı zaman, kaderini de o yola doğru orantılı olarak belirlemiş demektir. Kaderi tanımak, kendisini ve ortamını tanıdığını zannedenler için bir felaket olabilir. Böyle bir yola girmiş olmak çoğu kez geri dönülmez bir hal alır. Kat edilen mesafeye rağmen yanlışlarını anlayıp dönme çabası içine girenler de vardır. Dünya zanlarından ötürü kendilerinden çok şeyler kaybederek dönmeye çalışanlarla doludur. Bu anlamda hayat gerçekten çok acımasızdır. Mekânı değiştirip tekrar başlama çabası içerisine girilse bile ya geçmişi sürekli karşısına çıkacak ya da kendi iç dünyası yeni bir hayat kurmasına izin vermeyecektir.
Örneğin küçük bir kız büyüdüğü zaman gelin olmayı ya da doktor, hemşire, öğretmen… v.b. gibi meslekleri istemesine rağmen kendisini ve ortamını iyi tanımaması sonucunda geleceğini mahvedecek kararlar alabilir. Ya şöhret peşinde oluşundan ya da güvenilir zannettiği insanlardan kaynaklı, hayatını mahvedebilir. Bunun için en eski zamanlarda bile “fahişelik” diye bir meslek vardır fakat hiç bir genç kız “Ben büyüyünce fahişe olacağım.” dememiştir.
Bir de başkaları tarafından kaderleri tayin edilenler vardır. Bu insanların diğerlerinden farkı, hiçbir zaman kaderlerini belirleme ihtiyacı hissetmemiş olmalarıdır. Çünkü onların kaderlerini belirleyip tayin eden başka insanlar vardır. Durum böyle olunca da hiçbir zaman kaderlerini belirleme imkânı bulamazlar. Ya sunulmuş seçenekleri kader addederler ya da kendileri için belirlenmiş rota üzerinde hareket etmeye mecbur bırakılarak kendi kaderlerini kendileri tayin ettikleri zannı ile yaşayıverirler.
Kader belirleyici rolü baba, anne, dede gibi birinci derece yakınlar üstlenebileceği gibi kader, yaşanılan toplumun inançları veya yöneticileri tarafından da belirlenebilmektedir.
Günümüz cahiliyesinde ülkemizin farklı yörelerinde yaşamakta olan kadınların büyük bir çoğunluğunun kaderleri böyledir. Seçme ve seçilme hakları ellerinden alınmış, düşünüp akıl etme ve eleştiri yapabilme imkânları kısıtlanmış canlılar muamelesi görmektedirler.
Kader belirleyici rolde olanların teşviki ya da baskısıyla, tüccar olamayacakların politikacı oldukları, âlim olacakların ise esnaf bile olamadıkları sürekli olarak görülmektedir. Bu anlatılanlar nerede ve ne zaman olursa olsun toplumların çöküşündeki temel etkendir.
Allah (c.c.) bir topluma yetecek kadar âlim, esnaf, sanatkâr, sporcu, ayakkabıcı, aşçı, bilim adamı v.b. yaratmıştır. Bu hesabı toplumların refah seviyesinin yükselmesi ve daha da ilerlemesi maksadı ile seri olarak yapar. Çünkü O, “Seriul-hisâb” dır.[81] Fakat toplumların kaderini belirleyen kişiler veya merciiler bunu kendi nefisleri doğrultusunca değiştirmeye çalıştıkları zaman Allah (c.c.)’ın âlim olsun diye yarattıklarını manav tezgâhları başında, esnaf olsun diye yarattıklarını ise siyaset arenalarında görürüz.
İkinci metodu ise kendinizi ve bulunduğunuz mekânı iyi tanımanız sonucunda ortaya çıkan seçenekler ile kaderinizi tanımaktır. Bunları bilen birisi mevcut seçenekleri minimuma indirmiş olacaktır. Belirleme sonrasında kendisine koyduğu ölçüler ve tanımlar ışığında hareket etmesi de onu doğru yöne sevk edecektir. Bir insanın “Falanca meslekten anlamam ya da yapamam.” demesinin altından gerçek manada kendisini tanıyarak yeri ve zamanı tespit etmiş olduğu sonucu çıkar. Yanlış yönlendirme bile olmuş olsa bu tespitler sayesinde geri dönüş en az zararla olur.
[78] Kararlı olmak
[79] Ülkesinden ayrılıp başka bir ülkeye yerleşmiş olan insan topluluğu
[80] Lügat anlamı açısından
[81] Hesabı çok seri görendir.
You Might Also Like
Hadislerin Tedvîni ve Tasnifi
Doğru Bilgi Ve Toplum
İmtihan Dünyası