Allah’ı Neden Göremiyoruz? Varlığı, Görülmeden Nasıl Bilinebilir?
Büyük gayretlerin; idrakine varamadığı, Âlimlerin ilmini ihata etmesinde yetersiz kaldığı, Yüceltenlerin, kendisini övgüde aciz kaldığı; Nimetlerini derecelendirmeye kalkanların, hesabını bile yapamadıkları; ibadetler ile çabalayanların; katiyen hakkını ödeyemedikleri, keskin zekâların; muradına mutlak manada erişemediği, sıfatının bir sınırı; sayılı vakti ve uzayan bir süresi olmayan Allah’a hamd olsun.
İnsan, beş duyu organı ile algılamasına rağmen âlemi sınırlı görür, duyar veya düşünür. Kâinatta görüp duyduğu şeylerin tamamı, 5/1.000.000 oranındadır. Örneğin, dünyanın dönerken çıkardığı sesi işitemez. Ya da kendisini hasta eden mikrobu yalın olarak göremez. Sınırlı görecek şekilde yaratılmamızın sebebi hikmeti, yalnızca ahiret sınavına dâhil olabilecek şeyleri algılamaya programlandığımız içindir. En doğrusunu Allah (celle celalu hu) bilir.
Demek ki İnsanın görme ve işitme sahası, mevcuda göre çok azdır. Bu tarz soru sahiplerinin gafletleri, mevcudu milyona beş oranında değil, kendi anlayışlarına uygun düşen bilgi ile sınırlamaktan kaynaklanmaktadır. Oysaki bir bilgiyi anlayabilir olmamız, O bilgiyi her yönü ile tam olarak idrak ettiğimiz anlamına gelmez.
Mesela ortalama olarak bir galaksi de 250.000.000.000 (iki yüz elli milyar) gezegen, 300.000.000.000 (üç yüz milyar) da gezegenleri barındıran galaksilerin olduğu bilinmektedir. Şimdi idrakımızı dolduran bu galaksilerin ötesinde, bütün bu kevn-ü mekânları evirip çeviren Allah’ın nitelik ve niceliği hakkında nereden ve nasıl bilgimiz olabilir, Işık hızıyla (300.000 km/sn) trilyon sene ötelere gidilse ve bütün görülenleri üst üste yığsak da yine de O’nun varlığına oranla zerre eder mi acaba? “Neden göremiyoruz?” sorusunu Allah’ı zatı ile tanımağa kalkarak ilmi bir boyut katarak soranlar, nefislerinin gururunu kıramamış iç müşahedenin bile ne olduğunu anlamamış talihsizlerdirler. Bunun gibi düşünenler ilim adına Uzay’a da gitseler, Allah’ı kast ederek “Uzay da benden başka kimse yoktu” diyen malum astronot gibi mevcudu kendi anlayışlarından ibaret kabul ederler. Aslında bu ifade ile din ile beraber fen ve felsefe namına da dalâletlerini izhar etmektedirler. Yalnız bu yönü ile de değil. İnsan, her şeyi ancak zıddı ile idrak edebilmektedir. Zıddı olmayan şeyi idrak edemez.
Örneğin siyah tahtaya beyaz veya o tona yakın bir kalem ile yazılmış olmasının neticesinde yazıyı algılar. Siyah tahta da siyah yazılmış kelimeler olursa o yazıyı fark edemez. Karanlık-aydınlık, soğuk-sıcak, iyi-kötü, kâfir-mümin zengin-fakir, doğru-yanlış, v.b. gibi her şeyi ancak zıddının bilgisi mevcut olduğunda idrak eder.
Allah (c.c.) ise bütün zıt sıfatlarını zatı ulûhiyetinde toplamıştır. Öldüren olduğu gibi diriltende O’dur. Delalete düşüren o olduğu gibi hidayete erdirende O’dur. İlahlığının bilinmesi için İslam Dininin çatısını “La İlahe İllallah” olarak belirlemiş “Allah’dan başka ilah yoktur” denilmesini emretmiştir. Bu idrak e erebilme istikametinde ilerleyebilmemiz için de, öncelikle bizim gibi bir kul (abduhu) olduğunu Kelimeyi Şehadet’de belirtmemizi, sonrasında ise imanlı kullarının örnek alması için Resul olarak kabul etmesinin getirisi olarak Kelime-i Tevhid’e “Muhammed un Resulullah” olarak ekletmiştir.
“Andolsun, Allah’ın Resulünde; sizin için Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman,
Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (33/21)
Kuran-ı Kerim de de Musa(aleyhisselamın)’ın “Rabbim bana kendini göster de, seni göreyim” diye talep de bulunması üzerine Allah(celle celalu hu) “Sen beni göremezsin fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse beni görürsün” diye cevap vermiştir. Ve daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, “Sen sübhansın”, “tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim,” dedi. (7/143)
Allah’ı vasıflayan bilsin ki, O’nu nitelediği şeyle ilişkilendirmiş olur. Ve nitelendirdiği her ne ise onunla ilişkilendirdiği için ikilemiş olur. O’nu ikileyen de O’nu bilememiş, birleyememiş demektir. Sanki belli bir yönde imiş gibi işaret eden bir sınır çizmiş olur. Sınır çizen O’nu sayılabilen şeylerden gibi saymış olur. ‘Nerede?’ diyen, O’nu bir şeyin içine almış olur. Allah Samed’dir. Her varlık O’na muhtaç, O hiçbir şeye muhtaç değildir, başvurulup yardım istenilecek tek varlık O’dur. (112/2) O baba olmadı ve doğmamışdır da. (112/3) Hiçbir şey O’na denk ve benzer değildir. (112/4) Hiç bir yaratılış olmaksızın vardır ve yokluk olmaksızın mevcuttur. Birleşme olmaksızın her şeyle beraberdir. Mesela Üç kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O’dur. (58/7) Ayrılık olmaksızın her şeyin gayrıdır. Düşünüp taşındığı bir fikri, yararlandığı deneyimi, ihdas ettiği bir hareket veya tereddüdü olmaksızın mahlûkatı ilk defa var etmiştir. Tüm varlıkları vaktinde var ettiği için farklılıkları arasındaki çelişkiyi gidermiştir. Her varlığın doğasını, karakterini, mizacını meydana getirmiş ve onlara özel olan kalıbını bahşetmiştir. Mahlûkat hakkında her şeyi, açığa çıkardıklarını da, gizlediklerini de bilendir.
Bunca açıklama sonrasında anlaşılmalıdır ki; Allah (celle celalu hu), yarattığı şeylerin hakikisinden ve izafisinden tamamen başkadır. Bilemediğimiz ve sınırlı düşünebilmemize sebep olan bir algı dünyasında tüm tasavvurlarımızın da ötesindedir. Zat hakikati ile bilinmesi ve görülmesi mümkün değildir.
Varlığının bilinmesine gelince; İslam Dininin esası zaten Allah’ı bilmek, gayesi ise her iş ve hareketini O’nun rızasını kazanma istikametine yöneltmektir. Allah’ı bilmek, varlığını tasdik ile tasdik etmek ise birlemek ile mümkündür. Birlemenin zirvesi, kendisine ihlâsla bağlanmakla mutlak mana da erişilebilir. İhlas suresinde ki Kul hüvallâhü ehad (112/1) işte bu hakikati ifade etmektedir. Çünkü O, zatında tektir. Onun alıştığı veya alışkanlık edindiği bir şey yoktur ki, kaybettiğine ya da kaybedeceğine üzülsün. Mevcudat O’nun ile kaimdir. Her şeyi O yaratır, O’ndan gelir ve O’na dönücüdür. Cehennem, dünya ve ahiret O’nsuz yaşamanın adı, Cennet ise her şeyin ötesinde bir var oluş olduğu için onunla yaşamanın adıdır.
Varlığının bilinmesini, bir misal ile daha anlaşılır hâle getirelim.
Arkadaşınızla evinizde oturmakta olduğunuz sırada, tebligat getirmek üzere kapınızın zilini Postacı çalmış olsun. Zil ile birlikte, gelenin kim olabileceği hakkında konuşmaya başladınız. Arkadaşınız, kapıyı vuran için “şu ya da filanca zattır” dedi. İşte buna tasavvur etmek denir. Siz ise onun görüşlerine “aklın bu durumda tasavvur etmeye gücü yoktur” diye ifade ettikten sonra “Kim olduğunu yalnızca kapıyı vurması ile bilemeyiz. Akla düşen şey, öncelikle kapının arkasında birinin bulunduğunu kabul etmekten ibarettir. Kim olduğunu ise bizzat kapıyı vuran şahsa sormak en doğrusu olacaktır.” diye açıkladınız diyelim. İşte buna da teakkul yani akletme denir.
Aynen bu örneğin ifade ettiği gibi tasavvur edene “ben kulumun zannı üzereyim” diyen Allah (celle celalu hu) Akıl edene ise kendisini tanıttığı şekli ile kelamına bakması yolunu göstermektedir. Uyarıyı kabul etmemek için hakikatten kaçarak inkâr edenler ise asla varlığına görmeden inanmayacaklardır. Oysaki akıl edenler, Allah’ı yarattığı eserlerinden isimlerine, isimlerinden sıfatlarına, sıfatlarından da tecelli-i zât’a yükselerek tanımağa çalışacak ve görmeden de iman edeceklerdir. Onlar ki gayba iman ederler (2/3)
Bu durumda kapıyı çalanı umursamayan, kapının vurulmasını da zan kabul ederek, Postacının geliş sebebini de inkâr edecek ve tebligatın cezasını ya da neticesini kabul etmek durumunda kalacaktır. Tebligatı okuyan ise kimin bıraktığını görme ihtiyacı hissetmeden kim olduğu hakkında fikir sahibi olmakla kalmayacak kendisi için yapması gerekeni de kelamın içeriğinden öğrenecektir.
Allah (celle celalu hu) nun zatı hakkında“Allah, hatıra gelen her şeyden uzaktır” diye ifade eden Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) tasavvur edilmesi hakkında ise bir hadisi kudsi de şöyle buyrulduğu rivayet edilmiştir. “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ben, kulumun benim hakkımdaki zannına göreyimdir.”(Buhari, Tevhit 35, Müslim, Zikr 1, Tirmizi, Züht 51)
İlhan TOSUN
Selam ve Dua ile
You Might Also Like
Dertlerimiz Ve Ahiret İnancı
Tesir
Hadis Çeşitleri