Din (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
CAHİLİYYE: Cahiliyye döneminde insanlar “DİN” kelimesini, örf ve âdet manasında kullanıyorlardı.[536] Hz. İbrahim’den sonra yalnızca Allah’a has olarak yapılan kulluğu unutmuş ve zaman içerisinde kendi elleri ile yaptıkları putlara veya resimlere ruhaniyet vererek gönülden bağlanır olmuşlardı. Her kabilenin örf ve âdetlerini çok iyi bilen bir tağutu[537] vardı ve kabile fertleri tağutun huzurunda muhakeme[538] olurlardı.[539] Bu muhakeme alanına Dar’un Nedve adı verilmekte idi.
İSLAM: Bu konular ile alakalı ALLAH (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
Din: Allah katında din yalnız İslam’dır.[540]
Muhakeme: Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Ondan başkasına değil yalnız kendisine ibadet etmenizi emretmiştir. Dosdoğru din budur. Ancak insanların çoğu bilmez.[541]
Tağut: Ey Muhammed! Sana indirilen Kur’ân’a ve senden önce indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğutun önünde muhakeme olunmalarını isterler. Oysa onu reddetmekle emr olunmuşlardı. Şeytan onları derin bir sapıklıkla saptırmak ister. [542]
GÜNÜMÜZDE: Ne yazık ki bugün de din, dünyadaki Müslümanların birçoğu tarafından örf ve adet manasında kullanılmaktadır; yaşantıları ile inançlarının da bu şekilde olduğu aşikârdır. Ümmetçilik ruhunun yerini ulusçuluk zihniyetine bırakması ile dünyada yaşayan Müslümanlar cahil kalarak, yaşadıkları toplumun örf ve adetleri içerisinde dini yaşama gayreti içerisine girmiş bulunmaktadırlar. Bu yaşam, örflerine uygun olan kısımları alıp geri kalanını bırakmalarına yol açmaktadır.
Kabilelerin yargılandığı Dâru’n-Nedve bir parlamento özelliği gösteriyordu. Bu parlamentodan herkesi bağlayıcı kanunlar çıkarılırdı. Kendi aralarındaki meseleler ve diğer kavimlerle olan ilişkilerde tek karar merkezi Dâru’n-Nedve idi. Bugün de bağlı bulunduğu kavim-millet içerisinde yargılama yerleri olan meclisler bulunmaktadır. Kendi alanları içerisinde huzuru ve sınırı korumak gayesi ile kurallar belirlemektedirler.
Tağut[543]ise kapsadığı alan açısından birçok manalar içermektedir. Bu zengin içeriğine karşın yanlış yönlendirme yapmamak için, âlimlerimizin görüşlerini kısaca sıralayalım.
İbn-i Cerir Et’Taberi şu sözleri nakletmektedir: Tağut; Allah’a karşı isyankâr olup zorla, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şey demektir.
Mücahid ise tağut kavramı hakkında şunları söylemektedir: Tağut kendisine muhakeme oldukları ve emirlerine itaat ettikleri insan görünümündeki şeytanlardır.
İmam Kurtubi ise bu kavram hakkında şöyle söylemektedir: Tağutu reddedin demek, şeytan, kâhin, put ve bunlar gibi Allah’tan başka ibadet edilen ve sapıklığa çağıran her şeyi terk edin demektir.
İbn-i Kayyim El’Cevziyye ise şunları söylemektedir: Tağut; kendisine ibadet edilme, bağlanılma ve itaat edilme noktasında haddini aşan kul demektir.
Şu anda yeryüzünde cahiliyyeyi anımsatmayan bir yer nerede ise hiç yoktur. Müslümanları savaşa, fakirliğe ve cehalete zorlayan, inançlarının gereklerini yapmalarını engelleyen herkes taguttur. Bu taguta hizmet edene ise bel’am denir. İslam’ın dilini bilmeyip de bazı kimselerin kendisinden Müslümanlığı öğrendiği herkes bel’am olabilir. Bunu anlaması için kişinin Kuran-ı Kerim’den haberi olması gerekmektedir.
Bilenlerin bilmesine rağmen sustuğu, bilmeyenlerin ise bilse bile tepkisiz kaldığı ortamlarda her doğru her yerde söylenmez olur. Akıl ile kalp münasebetlerinden baskın çıkanın diğerini haksız olarak görmesi, zaten söylenecek şeylere müsaade etmeyenlerin istediği bir durumdur. Bunun için anti Kemalist zihniyette olanları ilk önce Resul’un (a.s.) önderliğinde dinin gereklerini yapmaya ve işi yaşadığı bölge ile sınırlı tutmayarak bütün dünya hakkında bilgi sahibi olmaya, duanın gücünü kullanmaya ve bildikleri ile yaşayan bir grup oluşturmaya davet ediyorum. Bunlar olmadıktan sonra karşısında olduğunuz bir görüşten bahsedemezsiniz. Çünkü siz bir taraf değilsiniz…
İNANÇLAR
PUTPERESTLİK
CAHİLİYYE: Cahiliyyede değişik dini inançlar mevcuttu. Bunların en yaygın olanı putperestlikti. Putperestler önceleri tevhid ehli idiler. Daha sonra zamanla dinlerini unuttular, fakat yine de dinlerinde tevhid akidesine ait bazı ibadet ve inançlar kalmıştı. Bu inançlar, Huzaa kabilesinin reisi olan Amr b. Luhayy’ın gelmesine kadar böyle sürdü. Bu kişi çok ibadetkâr, cömert ve dindar bir kişi idi. İnsanlar onu büyük âlim ve veli zannederek ona itaat ettiler, onun emirlerine uydular. Amr bin Luhayy, putperestlerin yaptığı putları hak zannetti. Mekke halkı onun getirdiği şeyi dine ters olarak yorumlamadılar; bilakis iyi bir amel olduğunu zannederek cehaletlerinden dolayı kendisine uydular. Yani temeli din olan bir anlayış içinde, yaptıklarının dine uygun olduğunu düşünerek yaratıcının rızasını kazanma gayesi ile putperest oldular. Put konusu farklı zamanlarda farklı çeşitlerde ele alınmasına rağmen, birçok Müslüman halen kendi elleri ile oluşturduğu ilahlara nasıl tapma ahmaklığını gösterdiklerini anlamamaktadır. Bunun için faydalı olacağını düşündüğümüz bilgilerle biraz daha fazla açıklama yoluna gideceğiz.
Putların Tarihi ve Önem Verilmesi: İbni Abbas (r.a.) şöyle dedi: Şit (a.s.)’in oğulları, Âdem (a.s.)’in cesedine giderler, ona saygı dönüşünde bulunurlar ve rahmet dilerlerdi. Âdem (a.s.)’in oğlu Kabil’in oğullarından birisi dedi ki: “Ey Kabil oğulları! Şit oğullarının bir davarı[544]var, onun etrafında dönüyor, ona saygı gösteriyorlar, sizin bir şeyiniz yok!” [545]Sonra onlara bir put yaptı, böylece o put yapanların ilki oldu. Sonrasında[546]Vadd, Suvâ, Yagus, Yauk ve Nasır, dindar iyi kişilerdi. Hepsi de aynı ayda öldüler. Akrabaları çok üzüldüler. Kabil oğullarından biri dedi ki: “Ey hemşehrilerim, size onların şeklinde beş put yapayım mı? Yalnız ruhlarını veremem” dedi (Onlar da) “Yap” dediler. O da tıpkı onlar gibi beş put yapıp dikti. Artık herkes (ölmüş) kardeşine, amcasına, yeğenine geliyor, ona saygı gösteriyor, etrafında dönüyordu. Bu bir kuşak boyunca böylece sürdü. Bunlar, Yarad[547]b. Mahlail b. Kaynan b. Anuş b. Şit b. Âdem zamanında idi. Sonra başka bir kuşak geldi, bunlara, öncekilerden çok daha fazla saygı gösterdiler. Onlardan sonra üçüncü bir kuşak geldi, bunlar dediler ki: Bizden öncekiler bunlara muhakkak, kendilerine Allah’ın yanında şefaat etsinler diye saygı göstermişlerdir, başka bir sebeple değil. Ve onlara taptılar. Yaptıkları iş büyüdü, küfürleri arttı. Allah onlara İdris (a.s.)’ı peygamber olarak gönderdi. O, onlara doğru yolu gösterdi fakat onu yalanladılar; Allah’da onu yanındaki yüce makamlara çıkardı.[548] Nuh (a.s.) zamanına kadar bu putlara taptıkları, tufandan sonra da bunların Cudda bölgesindeki karaya fırlatıldığı rivayet olunmaktadır. Aradan geçen yüzyıllardan sonra Amr bin Luhayy, bunları bulundukları yerden çıkarmıştır. Amr bin Luhayy’ın, Peygamber Efendimiz’den 300 sene kadar önce yaşadığı rivayet olunmaktadır.[549]Amr b. Luhayy’ın cinlerden bir arkadaşı vardı. Bu cin Amr’a, Nuh Aleyhisselam’ın kavminin putları olan Ved, Suva, Yegus, Yeuk ve Nasr’ın gömülü olduğu yerleri gösterdi. Amr’da onları bulup bunları hac zamanında hacca gelen kabilelere dağıttı. İbn-i Abbas (r.a.)’dan gelen bir hadisde: Ölen bu insanların heykellerini resimlerini temin edersek daha fazla ibadete yöneliriz, denilmektedir. Kuran- Kerim’de bu durumu şöyle haber vermektedir: İnsanlara sakın tanrılarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin dediler.[550] Bunun üzerine her kabile hatta her ev putlarla doldu. Rasûlullah (a.s.) Mekke’yi fethettiği zaman Kâbe’de 360 put vardı ve bunları yıkıp yaktı. Arabistan’da putperestliğin her tarafa yayılmasının sebebi şudur: Bütün çevreden hac yapmak üzere gelen Arap kabileleri geri dönerlerken Kâbe’nin taşlarını yanlarına alıp götürürlerdi. Sonra onları Kâbe’deki putlar şeklinde yontar, o putların şeklini verir, arkasından da onlara ibadet ederlerdi. İşte bu yüzden, Arabistan’da putperestlik süratle yayılmıştı.[551]
Putlara Tapınma:Cahil insanlar, o zamanlar Allah’ın varlığını kabul etmekle beraber putlara da taparlardı. Onlar putlarının Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanırlardı ve her putun kendisinden umulan bir durumu vardı. Kur’an-ı Kerim’de bu durum en çarpıcı ve net olarak şöyle ifade edilir: Biz onlara ancak bizi daha çok Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.[552]
El-Menhec’ul Hareki Lissiret’un Nebevi adlı kitabın yazarı Abdurrahman El Muhacir bu durumu şöyle özetlemektedir:
a) Bu putlara giderek onlara ibadet edip onları yüceltirlerdi. Bir şey isteyeceklerinde gidip bu putlardan isterlerdi. Şiddet ve sıkıntı anında bu putların isimlerini zikrederlerdi. Bir ihtiyaçları olduğunda, ihtiyaçlarını onlardan isterlerdi. Ayrıca onlar, bu putların Allah katında kendileri için şefaatçi olacağına inanıyorlardı. Bu putların Allah katında üstün yetkiye sahip olduklarını ve onların istedikleri şeyleri gerçekleştirmeye kadir olduklarına inanıyorlardı.
b) Onlar bu putlar için haccederler, onların çevresinde tavafta bulunurlar, onlara karşı zelillik gösterip onlara secde ederlerdi.
c ) Onlar bir takım vesilelerle putlarına yaklaşmaya çalışırlardı. Putları için ve putlarının adıyla kurban keserlerdi.
d) Bu putlara yaklaşmak için yiyecek ve içeceklerinden bir bölümünü onlara tahsis ederlerdi. Yine bunun gibi ürünlerinden ve hayvanlarından bir kısmını da putlara ayırırlardı. Bunlardan bir kısmını ise Allah’a ayırırlardı. Bazı zamanlar kendi uydurdukları sebeplerden dolayı Allah’a has kıldıkları şeyleri putlara geçirirlerdi. Fakat hiçbir zaman putlara has kıldıkları şeyleri Allah’a geçirmezlerdi.
e) Bu araplar kendi nefislerinden haram ve helaller uydururlardı. Örneğin; onlar bahire, saibe, vâsile ve ham’ı haram kılmışlardı.
Putlar Kaç Şekildedir: İbnu’l Kelbi’nin El-Esnam isimli kitabında, putların üç şekilde olduğu bilgisi verilmektedir.
En-Nasb: Bu putlar, insan suretinde olmayan fakat taştan yapılan putlardır.
En-Vesen: Bunlar ise taştan olup insan şeklinde olanlardır.
Es-Sanem:Taş değil maden ve tahtadan yapılan fakat insan şeklinde olan putlardır.
Putlar Ne Zaman Lazım Olur: Mekke’deki müşrikler ilk önce Kâbe’yi günde bir defa ziyaret ederlerdi. Bu davranış sonraları bayramlar, özel günler ve seyahatlerin put heykellere saygı ile başlamasına ve son ana kadar böylece devam etmesine yol açtı. Putlara uzak olanlar ise senenin belirli günlerinde geliyorlardı. Bütün bu uygulamaları Allah’ın rızasına uygun olduğu düşüncesi ile yapıyorlardı. Bunun için Kâbe’nin içinde 360 tane put olmasına rağmen adı yine de Beytullah[553] idi. Bu putlara izafe edilmiş olan görevlerden bazısı şöyledir.
Uzza: Sağlık tanrısı
Menat: Refah tanrısı
Lat: Ailenin, kabilenin tanrısı
Hubel: Kervanlara yön veren, kabilelerin kaderlerini çizdiği iddia edilen putlardı.
İSLAM: Dikkat edin, halis din Allah’ındır. Allah’ı bırakıp ondan başka dostlar edinenler; “Onlara, bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde hüküm verecektir. Allah şüphesiz yalancı ve inkârcı kimseyi doğru yola iletmez.[554]
Allah bahira, saibe, vâsile, ham diye bir şey kılmamıştır. Fakat kâfirler yalan yere Allah’a iftira etmektedirler ve onların çoğununda kafaları çalışmaz. [555]
Dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar size haram kılındı.[556]
Allah’ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah’a pay ayırıp zanlarınca:” Bu Allah’a, bu da ortak koştuklarımıza(putlarımıza) dediler. Ortak koştukları için ayrılan Allah’a geçmiyor, fakat Allah için ayrılan ortak koştuklarına geçiyor! Ne kötü hüküm veriyorlar![557]
Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine zarar ve fayda vermeyecek şeylere ibadet ediyorlar ve “Bunlar Allah katında şefaatçilerimizdir” diyorlar. De ki; “Siz Allah’a göklerde ve yerde bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? Allah ortak koştukları şeylerden uzaktır.[558]
GÜNÜMÜZDE: Bireysel olarak, İslam’ı anlamamız ve inançlarımızı kontrol etmemiz için, bu konu üzerinde detaylıca durup düşünmemiz gerekmektedir. Çünkü günümüzde İslam dininde en çok birbirine karıştırılan kavramlardan birisi puttur. Binlerce yıl öncesinden aktarılan bu bilgilere dikkatlice bakılırsa, salih insanların ölümlerinin kabul edilmemesi, onları anmak, yaşatmak gayesi ile (iyi niyetli olarak) nesneleştirme çabası içerisine girilmesi, aradan bir süre geçtikten sonra yapılış amacından uzak, neden ve niye yapıldığı bilinmeyen bir ibadet halini almakta ve bu kişilere tapınılmasına yol açmaktadır. Bunun için önemli olan ilk şey, ibadet olarak yani Allah’ın razı olacağına inanılarak yapılan eylemlerin gerçekten din içerisinde olup olmamasıdır. İyi niyetli olarak ya da gelenekleri yaşatmak gayesi ile geçmiş insanların koymuş olduğu bazı kurallar, bizlere zaman içerisinde ibadet olarak gelmiş bulunabilir. Bu, oluşma ihtimali bulunan bir durumdur. Bununla beraber, bilinçli bir şekilde ibadet olarak gösterilen durumlar ve ibadetin kapsadığı alanı kasıtlı olarak kısıtlama maksadı güdenler de olabilir. Ağızları ile hakkı susturmaya çalışanlar, şirki sadece putlara tapmak; Allah’a olan ibadeti ise sadece namaz kılmak indirgemesine sınırlayabilirler. Dinini araştırma içerisine girmeyen insanlar da bu bidatlere körlemesine bağlanarak, meseleyi tartışmayı bile dini tartışmak olarak algılayacaklardır. Bunu da söz, kalem ya da kılıç gibi hayatın her sahasında sürekli olarak körlemesine devam ettirerek, dinlerine hizmet ettiklerine emin oldukları için, karşı tarafı dinleme gereği bile hissetmeden tepki vereceklerdir. Çünkü aldatma, cehaletin var olduğu her alanda hayat bulmaktadır.
Cehaletin babası olarak tanınan Ebu Cehil[559], Bedir savaşını atalarından gördüğü din anlayışına sahip çıkmak gayesi ile yapmıştır. Ebu Cehil’in Bedir’e dinsizliği savunmak için değil, bizzat kendi din anlayışına ters düşen Müslümanlar ile savaşarak dinine hizmet etme gayesi üzere gittiğini de Siyer kaynakları açıkça göstermektedir. İmam Taberi de, bu durumu şu şekilde aktarmaktadır: Kureyş müşrikleri, Bedir’e çıkıp gelmeden önce, Mekke’de Kâbe’nin örtüsüne yapışarak Allah’tan şöyle yardım istemişlerdir: “Ey Allah! İki ordudan en azizine, iki cemaatten en kıymetlisine, iki kabileden en hayırlısına yardım et!’’ diyerek dua ettiler.[560] İki taraf da inançları için savaşıyordu. İki tarafta yaratıcı olan Allah’dan yardım istiyordu. Kendi taraflarının hak olduğunu, aziz olduğunu ve hayırlı olduğunu düşünüyorlardı. Fakat bir taraf haklı idi… Diğeri ise körlemesine bağlanmış olduğu inançların mücadelesini veriyordu. “Haksız da olsa kavmini kolla” zihniyeti gibi taassub içeren bir inançla mevcut ilişkilerin bozulma sebebi olarak gördüğü taraf ile kendi cihad[561]’ı nı yapma gayreti içerisine girmişti. İbni Hişam bu konuda şöyle diyor: Müşrikler ve Müslümanlar Bedir’de birbirleriyle karşılaştıkları zaman, Ebu Cehil de: “Ey Allah’ım! Muhammed hısımlık ilişkilerini bize kestirdi ve bize bilinmeyen bin şeyle geldi. Sabahleyin onu helak et!” dedi. Kendisi aleyhinde ilk hüküm veren, kendisi oldu.[562]
Allah’a inanmalarına, dua etmelerine ve gerektiğinde canları pahasına savaşmalarına rağmen, neden müşrik olarak nitelenirler acaba?
Bunları yapan bir başkası olsa idi, kendisine mümin muamelesi yapılmaz mıydı? İman, dua, cihad… Demek ki bunlar bir insanın mümin olabilmesi için tek başına yeterlilik sağlamıyor. O zaman neydi bunları müşrik yapan? …
İşte putun önemi burada devreye giriyor. Çünkü savaşın asıl sebebi dini anlayış değil, ilahların çoklanması ve birlenmesi çelişkisi üzerinden olmuştur. Tüm bu eylemleri gerçekleştirmelerine rağmen hizmeti Allah’a değil, Allah’a iman içerisine yerleştirilmiş körlemesine bir inanca sunmak uğruna mücadele etmektedirler. Gücü, tapınmayı ve yardım dilemeyi yalnızca Allah’a has kılmadıkları için de müşrik olmuşlardır. Bu durumu kendi yaşantımıza vurduğumuzda, her şeyden önce bağlı olduğumuz putların yokluğunu tam olarak teşhis etmemiz gerektiğini ortaya çıkmaktadır. Umarım, La ilahe illallah’ın anlamı daha iyi anlaşılarak, canı gönülden diyenin cennet ile müjdelendiği de ortaya çıkmış bulunmaktadır. Eylemlerin, kimin hizmetine bir pay[563] olsun katkıda bulunduğunu iyi tespit etmek gerekmektedir. Kuran’ı Kerim bu durumu şu şekilde açıklamaktadır:
ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
Müşrikler kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden tutuyorlar, mahiyetini bilmedikleri şeylere (putlara) pay ayırıyorlar. Allah’a andolsun ki, bu yaptığınız iftiralardan mutlaka hesaba çekileceksiniz.[564]
Asr’ın Kuran Tefsiri’nin müellifi şu şekilde açıklama yapmaktadır:
“Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden (gerçek yüzünü) bilmedikleri şeylere (putlara ve benzeri şeylere) pay ayırırlar.” Çocuklarının ve çevrelerindeki muhtaç fakirlerin rızkından kesip ellerindeki nimetlerin belli bir kısmını puthaneye götürüp putları memnun etmek ve dileklerinin yerine getirilmesine onları razı etmek için bırakan müşrikler hayli çoktu. Bu olay, onların din, imân adına kayda değer bir bilgilerinin olmadığını; aynı zamanda yontulmuş taş, ağaç ve benzeri cisimlerin bir yarar veya zarar vermeğe muktedir bulunmadıklarına akıl erdiremediklerini gösterir. Burada dikkat edilecek bir diğer husus da şudur: Kurân’da putlardan söz edilirken, “Gerçek yüzünü bilmedikleri şeylere.” şeklinde bir ifade kullanıldığını görüyoruz. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm, ne yalnız o günün putperestlerine, ne de belli bir kavim ve millete hitap etmektedir. O taşıdığı ilâhî hükümlerle, kıyamete kadar bütün milletlere seslenmektedir. O bakımdan her çağda putlara benzer daha ne ilâhlar ortaya çıkarılmış ve ne yanlış inançlara yer verilmiştir! İlgili âyetle, günümüzdeki inançlara, bâtıl ilâhlara da işaret edilerek yaşamakta olan insanlar uyarılmakta ve bir takım ölçüler verilmektedir. Şöyle ki:
a) Putlara ve benzeri eşyaya harcanan paralar,
b) Yatırlara adak adamak suretiyle sarfedilen şeyler.
c) Yatırlara götürülüp yakılan mumlar.
d) Dilek taşlarına konulan, ya da yapıştırılan paralar.
e) Kutsal sanılan sulara atılan paralar.
f) Büyü, tılsım, ağız bağlama, sevgi ve ilgi çekme, sevmediğini kahretme gibi hususlar için büyücülere, üfürükçülere, yazı yazmasını bile dosdoğru beceremiyen muskacılara verilen eşya ve paralar aynı hükmün kapsamına girmekte, bir bakıma putperestlikle birleşmektedir. Taşlara, ağaçlara bir takım dilekler doğrultusunda bağlanan ipler ve çıkınlar da böyle. Cenâb-ı Hak, şanına yemin ederek bu uydurma ve bâtıl, anlamsız şeylerle ilgi kurmaktan bir bir soracağını; bâtılın peşinde koşup para harcayanların dolaylı yoldan Allah’a ortak koştukları için mutlaka hesap vereceklerini beyân buyurarak, özellikle mü’minlerin bu konularda çok dikkatli olmalarını hatırlatıyor.[565]
Put deyince sadece taşlardan yontulmuş heykelleri anlamamak gerekmektedir. Çünkü bunları salt olarak heykel diye kabul edersek dinin önemi ve hizmet alanı anlaşılmaz olur. Put, insanlara zorla kabul ettirilmek istenen düşünme ve yaşam biçimlerini, bu düşünceyi sahiplenen grupların elde ettikleri menfaatleri ve makamların kaybolmaması üzere kullandıkları araçları da kapsamaktadır.
Put, insanlara zorla kabul ettirilmek istenen ideolojilerin dimağlardan silinmemesi, devamlı olarak onlarla karşı karşıya kalınması ve bu ideolojileri sahiplenen imtiyazlı grubun, bu putlar vasıtasıyla elde ettikleri menfaatlerin, makamların kaybolmaması için vardır. Dolayısıyla her put heykeli, belli bir insanın düşüncelerini simgeler. Put heykeline gösterilen saygı, putun temsil ettiği kimsenin düşüncelerine olan bağlılığın göstergesidir. Böyle algılanmayacak olursa, insanların bir demir parçası olan heykel önünde saygıya durmaları ne ifade eder? Kendi gururuna o kadar düşkün olan insan, cansız taş ve demirden yapılmış heykellere kulluk edip, saygıya durur mu?[566]
Hani bir tabir var; ne şiş yansın ne kebab. Kur’an-ı Kerim’den haberi olmayan, peygamberlerin geliş amacını kavrayamayan, bütün insanlarda olan ana yanlış da aynı bu tabir gibidir. Böyle hem Allahçı hem kulcu görünerek, dünyayı huzur içinde geçirip ahiret hayatını kazanmayı hedeflerler. “Put” konumunda olanlara saygı gösteren insanların Kur’an-ı Kerim’den haberleri olsa idi, “Ne şiş yansın ne kebap” diyeceklerine; “Ben yanayım, ben” diye haykırmaları icap ederdi.
Günümüzde, Uzza örneğinde olduğu gibi şifanın Allah (c.c.) haricinde başka yerlerde aranıldığı sıkça görülmektedir. Bununla beraber, Menat’a yüklenmiş misyon ile hareket edenler, Lat konumunda olup da her eve girmiş bulunan eşyalar ve toplumların kaderini çizdiği düşünülen putlar bulunmaktadır. Bununla beraber bu putlara, inançlarının temelini atalarına dayayarak, “Bizi Allah’a yaklaşırsınlar” misali kulluk ve itaat edenler, yani ibadet edenler de mevcuttur. Bu cahil insanlar, aynı babaları (Ebu cehil) gibi ümmetin firavunu olacak anlayışa sahiptirler.
Bunu kendi din anlayışlarının bir mücadelesi görürler. Bu yalnızca bir insan, bir ideoloji veya bir yer ile sınırlı değildir. Bu insanların sayısının çok olmasından, ötürü içinde bulunduğumuz zaman itibari ile dünya Müslümanlarının en büyük sıkıntı sebeplerinden biri de bu zihniyet ve inanış sahipleridir. Bu kişilerin kimi yere ekonomik, kimi yere de siyasal yaptırımları vardır.
Bunlar, eylemlerini Allah rızası için yaptıklarını iddia etmelerine rağmen, Allah’ın ve müminlerin düşmanı olan şeytana hizmet etmektedirler.
MELEK VE CİNLERE TAPMA
CAHİLİYYE: Cinlerin gaybı bildikleri, insanlara zarar vermeye kadir oldukları, hastalıkların çoğunun onlardan geldiği, tedavilerinin de ancak cinlere yakın olmakla mümkün olacağı inancı da Cahiliyye halkı arasında yaygındı.[567]
İbn Al Kalbi şöyle söyledi: “Amr bin Luhayy” bir kâhindi.[568] (Mekke’ye hâkim olarak, Cürhümlüler yurtlarından sürmüş, mabedin bekçiliğini üzerine almıştı.) Onun cinlerden Abu Şumama isimli bir dostu vardı, ona (Amr’a) dedi ki:
- Çabuk tihame[569]’den yola çık, saadet ve selamet yoluna, korkma!”
- (Amr) Evet dedi, gecikmeyeceğim.
- Cin devam etti: “Cudda kıyısına git, orada hazır putlar bulacaksın. Onları tihamaye getir, korkma! Sonra Arapları onlara tapmaya çağır, sana uyacaklardır.” Avf bin Uzra ona uydu. O da Vadd’i ona verdi. Avf bin Uzra, putu vadi al-Hura’ya götürdü ve Dumat el-Candel’e dikti. Oğluna “Abdu Vadd” ismini verdi. Böylece o bu şekilde isimlenenlerin ilki oldu. Bundan sonra Araplar bu ismi takar oldular. Avf oğlu Amir’i (ona Amir el- Acdar derlerdi), puta bekçi yaptı. Allah, İslam’ı gönderinceye kadar, onun soyu bu işi yapmaya devam etti.[570]
Melek ile alakalı inançları da bulunmakta idi. Onlara göre melekler şefaat edecek varlıklardı. Bunun için putlarını “Allah’ın kızları” olarak nitelendirmekte idiler. Şöyle diyorlardı: “Biz, bunları peygamberlerin itiraf ettiği ve yükseldiklerinde Sidre’den öteye geçemediklerini, kendilerine bir takım emir ve yasakları getirdiklerini, yeryüzünde Allah’ın kutlarından sâdır olan şeyleri Allah’a ulaştırdıklarını söyledikleri o muazzam meleklerin şekillerine göre yaptık. O melekler ise Allah’ın kızlarıdır. Dolayısıyla biz bunları, dişi (kadın) şeklinde yaptık ve onlara dişi (müennes) adlar verdik” dediler.[571]
Kureyş kabilesi, Kâbe’yi şöyle söyleyerek tavaf ediyorlardı:
Lut hakkı için, Uzza hakkı için!
Onlar yüksek turna[572]lardır.
Onların şefaatine ümit bağlanabilir!
Üçüncüleri menat hakkı için[573]
İSLAM:
Cin: Allah, kızları oğullara tercih mi etmiş! Ne oluyor size? Nasıl hükmediyorsunuz? Hiç düşünmüyor musunuz? Doğru sözlüler iseniz, kitabınızı getirin! Allah ile cinler arasında bir hısımlık uydurdular. And olsun cinler, kendilerinin de hesap yerine götürüleceklerini bilirler.[574]
De ki: Sığınırım ben, insanların Rabbine, insanların Melikine, insanların ilahına. O sinsi vesvesecinin şerrinden. O ki insanların göğüslerine kötü düşünceleri fısıldar. Gerek cinlerden, gerek insanlardan.[575]
Melek: Lât ve Uzza hakkındaki görüşünüz nedir? Ya bunların öbürü, üçüncüsü olan Menat hakkında ne düşünüyorsunuz? Demek erkekler sizin, dişiler Allah’ın, öyle mi? Öyleyse bu haksız bir bölüştürmedir. Aslında bunlar sizin ve atalarınızın uydurduğu kuru isimlerdir. Allah, onlara ilişkin hiçbir kanıt indirmemiştir. Onlar sadece sanılarının ve canlarının istediğinin peşinden gidiyorlar. Oysa onlara Rabbleri katından doğru yola ilişkin bilgi geldi. Yoksa insanın her hayal ettiği şey gerçekleşir mi sanıyorsunuz? Oysa hayatın sonu da ilki de (ahiret de dünya da) Allah’a aittir. Göklerde nice melek var ki, Allah’ın dilediklerine ve hoşlandıklarına ilişkin izni olmadıkça, şefaatleri hiç bir yarar sağlamaz.[576]
GÜNÜMÜZDE: Günümüzde, camide kılınan vakit namazlarında iki saf oluşturacak kadar insanın bulunmamasına rağmen, “cinci” diye kabul edilenlerin kapısının önünde kuyrukların oluşmakta olduğu ya da kendisine ancak randevu sonucunda ulaşılmakta olduğu herkesçe bilinen durumlardandır. Bu insanlar yaşadıkları yerde Arapça yemek kitabı bile bulsalar, bunu okumayı bilmediklerinden ve bunun kendilerine zarar vereceğini, tedavisinin ancak bir cin vasıtası ile olacağını düşündüklerinden, bu kuyruklar kolay kolay kesilemeyecektir.
Bu dönemde meleklere Allah’ın kızı denilmese de, dişilik sıfatı yakıştırılarak kadınlara isim olarak verilmekte olduğunu bilmekteyiz.
İnsanların birçoğu, gözle görünmüyor oluşlarından kaynaklı cinlerin dilediği şekilde zarar verebileceklerini düşünmektedirler. Bu düşünce gücü, Mutlak güç sahibinden alarak cinlere verilmiş bir hisse haline getirdiği için, kişiyi imanından etmektedir. Cinlerin kendi yaşamı içinde belirlenmiş bazı güçleri vardır, fakat bu, Allah’ın izni olmadan dilediği gibi davranabilecekleri anlamına gelmez. Oysa Peygamber Efendimiz, bu durumun hastalık haline gelmemesi ve cinlerin her hangi bir şekilde zararlarının dokunmaması için, gücün kimde olduğunu, ne yapılması gerektiğini ve nasıl korunulacağını belirtmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: Gece karanlık olduğu zaman veya akşama girdiğiniz vakit, çocuklarınızı (dışarı çıkmaktan) men ediniz. Çünkü şeytanlar(dan olan cinler) o sırada dağılırlar. Geceden bir saat geçince çocuklarınızı (evlerinize) koyunuz. Allah’ın ismini[577] anarak kapıları kapatınız. Çünkü şeytan kilitlenmiş kapıyı açamaz. Sizler Allah’ın ismini anarak kablarınızın ağzını örtünüz. Kandillerinizi söndürünüz.[578]
[536] İslâm ansiklopedisi, ist.1977, c. III, sh. 590.
[537] Azgın, sapkın, imansız, ilah gibi saygı gören, sapan ve saptıran
[538] Birbirine karşı olan iki tarafı dinleyerek bir yargıya varma, yargılama
[539] Zebidî, Sahih-i Buhari muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Ank:1978 (5. Bsm.) C.II, sh. 823.
[540] Al-i İmran suresi, 19. Ayet
[541] Yusuf suresi, 40. Ayet
[542] Nisa suresi, 60. Ayet
[543] Tagut, “tağa”,”yetgi”, “tuğyanen” kelimelerinden türetilmiştir. Lügatte haddini aşmak, azgınlaşmak anlamına gelir. Dinde ise küfürde haddini aşan manasına gelmektedir. Allah’tan başka ibadet edilen her şey tağuttur. Tagut, putlardan olabildiği gibi cin ve insanlardan da olabilir.
[544] Burada kutlu taş kastedilmiştir.
[545] Diğer bir rivayete göre, Amr bin Luhayy halkıyla birlikte Mekke’ye gelerek, orada yaşamakta olan Cürhümlüler’den, Kâbe’nin yönetimini ele geçirmişti. Şam civarındaki Belka şehrine giden Amr orada puta tapanların mabetlerini görmüş ve bunların ne işe yaradığını sormuştu. Onlar da: “Biz bu putları semavî cisimlerin ve ruhanî şahsiyetlerin şekillerini temsil eden rabler edindik. Onlar vasıtasıyla yardım istediğimizde yardım görür, su istediğimizde suya kavuşuruz.” bu inanç Amr’ın hoşuna gitmişti. Onlardan kendisine bir put vermelerini istedi. Onlar da Hübel’i verdiler. Amr, Hübel’i alarak Mekke’ye döndü ve onu Kâbe’ye koydu. Yanında iki eş konumunda olan isaf ve naile putları duruyordu. Amr, şehir halkını bu putları yüceltmeye, onlara tapınmaya ve onları Allah’a ulaşmak için vesileler edinmeye çağırdı. Bu olayın olduğu dönem, şapur krallığının ilk yıllarıydı. (Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî, dinler ve mezhepler tarihi, ışık akademi yayınları, 2. Cilt, Bab. 3)
[546] Nuh (a.s.) zamanından önce yaşadıkları rivayet olunmaktadır.
[547] İdris (a.s.)’den hemen önce yaşadığı rivayet olunmaktadır.
[548] İbnü’l Kelbi, Kitabü’l Esnam, Beyza Düşüngen, Putlar Kitabı, syf. 48
[549] Dihlevi, Şah Veliyyullah, Huccetu’llahi’l-Baliğa, (1–2), c.1, kahire, 1185, syf.124–127
[550] Nuh suresi, 23. Ayet
[551] Mevlâna Şiblî Numânî, son peygamber Hz. Muhammed, iz yayıncılık: 97–99
[552] Zümer suresi, 3. Ayet
[553] Allah (c.c.)’In evi
[554] Zümer suresi, 3. Ayet
[555] Maide suresi, 103. Ayet
[556] Maide suresi, 3. Ayet
[557] En’am suresi, 136. Ayet
[558] Yunus suresi, 18. Ayet
[559] Asıl ismi, Amr b. Hişâm el-Muğire’dir. Önceleri Ebû’l-hakem künyesiyle anılırken, müslümanlar tarafından Ebû cehil (cehaletin babası) diye adlandırılmıştır. Mekke’de ki Kureyş kabilesinin Mahzûmoğulları boyuna mensup olup, Mekkeliler arasında büyük bir itibara sahip idi.
[560] Taberî, Taberî Tefsiri, cilt. 9, syf. 208
[561] Savaş, din uğrunda düşmanla savaşma
[562] İbn ishak, İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 280
[563] Birden fazla kişi arasında bölüşülmüş bir bütünden, bu kişilerin her birine düşen bölüm, hisse
[564] Nahl suresi, 56. Ayet
[565] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asr’ın Kur’an Tefsiri, Anadolu yayınları: 7/3334–3335
[566] İhsan Süreyya Sırma, Asr-ı saadet’te İslam, 1.cild, syf.84
[567] Ali Çelik, Bütün Yönleri ile Asr’ı Saadette İslam, 4. Cilt, syf. 27
[568] Kâhin, müşrik arapların bilinmezden haber vericisi, falcısıdır. İbranice, kohen ve aramca kahenile aynıdır.
[569] Mekke-i Mükerreme, erkek ve kadın adı olarak kullanılır.
[570] İbnü’l Kelbi, Kitabü’l Esnam, Beyza Düşüngen, Putlar Kitabı, syf. 49
[571] Fahreddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ yayınları: 20/512
[572] Lat, menat ve Uzza gibi putları Allah’ın yanında şefaatçi olacakları düşüncesi ile melek olarak saydıkları için turnalara benzetiyorlardı.
[573] İbnü’l Kelbî, Kitabü’l Esnam, syf. 32
[574] Saffat suresi, 153–158. Ayetler
[575] Nas suresi, 1–6. Ayetler
[576] Necm suresi, 19–26. Ayetler
[577] “Bismillahirrahmanirrahim” koruyucu ve esirgeyici olan (mutlak güç sahibi olan) Allah’ın adı ile demektir.
[578] Müslim, Eşribe 97/II, 1595
You Might Also Like
Güneşe ve Yıldızlara İbadet (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
İçki (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
Teşeüm (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)