Doğru bilgi, aklın yönlendirilişi ile ayrılmaz biçimde bağlantılı bir durumdur. Akıl nasıl yönlendirilir ise bilginin doğruluğu o yönde oluşur. Bu yönlendiriliş insanın sosyal hayatını, iç yaşamını, kişilik ve değerlerini bilinçli ya da bilinçsiz olarak oluşturması üzere yaptığı eylemleridir.

Aklın nasıl yönlendirilmesi gerektiği hususuna geçmeden önce, aklın ve baliğ olmanın ne oldukları üzerinde kısaca durmamız gerekmektedir. Çünkü cümle içerisinde kullanılırken zekâ ile akıl ve baliğ olmak, sürekli olarak birbirine karıştırılmaktadır.

Zekâ insanın, düşünme, gerçekleri hızlı algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerine denir. Akıl ise insana zekânın üstünde bir anlayış kazandıran, doğruyu bulabilme, derin düşünebilme ve her konuya iyi bir çözüm getirebilme yeteneğidir. Aklın bu yönlendirmeleri yapabilme başlangıcı baliğ olma zamanı olarak bilinir. Buna buluğa erme de denir. Baliğ olmak, fiziksel ve ruhsal olarak ergenliğe ulaşmak demektir. İslam dini kişide, sorumluluğunun başlangıcı için “akıl-baliğ olma’’ mecburiyetini arar. Baliğ olma süresi erkeğin ihtilam olması, kadının ise hayız görmesi ile kesinleşir. Akıl muhakeme yeteneğini, baliğ olma ise bunların karara bağlanmasını sağlar. Ergenliğe ermemiş akıl aldığı kararların getirilerini uygulayamaz. Buluğa ermek ile de insan, sorumluluğunun bilincine varıp zamanını, kendi dünyasını, doğrularını-yanlışlarını ve bu eksende inançlarını belirleme atmosferi içerisine girer.

Doğru bilgiye ulaşma ve aklı yönlendirme metodunu bilmek, bu bakımdan hayati önem taşımaktadır. İnsanlar yaşamlarına bu şekilde karar verip doğruyu yanlıştan ayırt ederek mahşer yerinde de bu doğrularla yaşadıkları biçimde hesap vereceklerdir. Verilen bu kararlar eğer doğru zannedilen yanlış bilgiler ise dünya hayatlarını zelil olarak geçirip ahiret hayatında azap görmelerine sebep olabilecektir.

Allah (c.c.) kendisine iman edip korkup-sakınmalarına karşılık kullarına bir anlayış verir. Doğru anlayış sahibi olmak ise iman ettikten sonra Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmek ile gerçekleşir. İmanın getirisi olan bu eylemler insanı, kötülük yapmaktan sakınmaya, yapılan kötülüklere karşı korunmaya, yaptığı kötülüklerin üstleri örtülerek af olunmaya hak sahibi yapacaktır.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük lütuf sahibidir.[69]

Bundan dolayıdır ki imansız insanların yaşamlarını düzensizlik ve yanlışlar üzerine bina ettikleri sürekli olarak gözlenmektedir. Bu ölçüsüzlük üzerine kurulmuş olan hayat sadece yaratıcıyı inkâr edenleri değil, Allah (c.c.)’ın varlığına inanmasına rağmen emirlerini ve yasaklarını uygulamadan hayat sürdürenleri de kapsamaktadır.

“Neden varım, nasıl var oldum, neyim, neredeyim, niçin böyleyim…” gibi sorulara cevap bulması gerekirken insanların, dünyasını ve ahiretini ilgilendirmeyecek bilgilerle uğraşması, düzensizlik ve yanlışlar üzerine kurulu birer yaşamları olduğu anlamına gelir. Bu soruların cevaplarından hiç birini bilmeyen biri inandığı değerlere nasıl bağlı kalabilir ve bu doğruları yaşaması için karşılaştığı meselelere nasıl çözüm getirebilir ki? Doğruyu kavrayamayan bu insan buluğa erse bile hayat amacını bilmedikten sonra, kişisel veya sosyal olsun, hangi sorumluluğunu bilinçli olarak belirleyip uygulayabilir ki…

Müslüman olmayan toplumlarda böyle insanlar, yaşlarının ilerlemesi ve çıkarlarına yönelik kazanç elde etmeyi iyi bilmeleri temel alınarak, akıllı ya da buluğa ermiş kabul edilirler. İnançları veya amelleri ile alakalı sorular sorulduğunda ise cevaplar sürekli ertelemeli olarak gelir. Deve kuşunun kafasını toprağa sokup “ben görmüyorsam beni de kimse göremez” zannederek gizlenmesi gibi sorumlu olduğu şeylerden kaçıp gizlenmesi, bildiklerinin kendisine hiç bir zaman sorulmayacağı anlamına gelmez. Yaratıcının yaratılana emirlerini bilmeden zan ile hareket edip, kendi doğrularına uyanı alıp diğerlerini de reddeden bir anlayışın izahı olabilir mi, acaba?

—Yaratıcı var mı?

—Evet var.

—Sana bildirdikleri var mı?

—Evet var.

—Dünyaya geliş amacın var mı?

—Evet var.

—Bu amaca uygun hareket edeceğin imkânların var mı?

—Evet var.

—Bunlardan sorguya çekilme var mı?

—Evet var.

—Bilmen gerekenleri uygulamazsan sonunda azap var mı?

—Evet var.

—Peki, yaratıcının sana bildirdiklerini biliyor musun?

—Eksiklerimiz var, ALLAH af etsin.

—Dünyaya geliş amacını biliyor musun?

—Eksiklerimiz var, ALLAH af etsin.

—Nasıl amacına uygun hareket edeceğini biliyor musun?

—Eksiklerimiz var, ALLAH af etsin

—Gerçekten ahirete inandığını düşünüyor musun?

—Eksiklerimiz var, ALLAH af etsin…

İşte bu tablo içerisinde bulunan insanlar, akil-baliğ olmaları ile birlikte İslam’ın kendisine yüklediği yükümlülükleri bilmedikleri için gereklerini de yerine getiremiyorlar. Yanlış bilgi ile aklın yönlendirilişi peşi süre mutsuz bir yaşam ve sonrasında hesabı verilemeyecek kadar çok ağır yükleri getiriyor. Hayatımızı anlamlandıracak tek gerçek, hangi gaye için yaratıldığımızın sebeplerini ve sonuçlarını bilip bu amaca uygun bir biçimde yaşamı uyarlamamızdır.

ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

Biz göğü, yeri ve onların aralarında olanları boşuna yaratmadık. Bu kâfirlerin zannıdır.[70]

Ayet, varlık âleminin içinde zerreyi miskal boşa yaratılmanın olmadığını ve yaratılmış her şeyin bir sebebi bulunduğunu haber veriyor. Sebepli olan bu yaratılışa insan olarak biz de dâhil olduğumuz için ayet bizleri, tefekküre[71] ve sonrasında tedebbür[72] içinde bulunarak tezekkür[73] etmeye yöneltmektedir.

Noksan sıfatlardan münezzeh olan yaratıcımız bizi hangi amaç için yaratmıştı acaba?

Geliş ve gidiş zamanımızı belirleyemediğimiz bu dünyaya geliş amacımızın neresindeyiz?

Bu soruları cevapları ile buluşturma isteği beni gerçekten müthiş bir araştırma içerisine sevk etti. İlk olarak “Benim yaradılış amacım nedir?” diye Kuran-ı Kerim’e sordum, cevabını kısa ve net olarak şöyle buldum.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana kulluk etsinler diye yarattım.[74]

Ayet çok açık bir şekilde belirtiyor ki, yaratılış amacımız Allah (c.c.)’a kulluk etmektir.

Kulluk yapmak için yaratıldık fakat kulluk nedir, nasıl yapılır?

Kulluk etmenin şartları ve koşulları nelerdir?

Her zaman ve sürekli olarak mı yapılmalı idi, Hristiyanların yaptığı gibi haftanın bir gününe sıkıştırılmış olsa da yeterli miydi?

Yoksa Yahudilerin inancı gibi üstün ırk modelini şerefimiz yapıp, “ahirette bize bir azap yoktur” diye düşünüp, sadece, yaratıcının bize bahşettiği dünya için mi uğraşmalıydık?

Bunların hiçbiri değilse kulluk ne idi ve nasıl yapılmalıydı?

Yaratılış amacımıza uygun olan yaşam tarzını öğrenip yaşantımızda uygulamamız yaratıcının da razı olacağı bir hayat anlamına gelir. Ancak o zaman gerçek anlamda O’nun (c.c.) rızasına uygun eylemleri bilerek yaptığımıza inanabiliriz. Aksi halde istenilen kulluktan habersiz olarak yaşayıp da ahiret gününde, “Keşke toprak olsaydım(da bugünü görmeseydim)”[75] diyecek olan bu ayetin muhataplarından olmamız bizler için kaçınılmaz olacaktır.

Dünyada kazanılacak sınav, bu anlamda, en temel sorusunu kulluk kavramı ile oluşturuyor. Bu kavramı iyi anlamak için de dünyayı terk edeceğimiz andan yaşamımızı belirlemeye başladığımız bilgilere doğru uzanan ters bir güzergâh ile cevaba ulaşma yolunu takip ettim.

Çünkü sondan başa doğru izlenecek bu metot ile hem hayata anlam katan doğrulara teşhis konulmuş hem de yaratılış amacına uygun olan yaşam şekli belirlenip yaşanılan hayatın uygunluğunu da tespit etme olanağı bulunmuş olacaktır. Bunun için ölümden doğuma doğru bir yol belirlemek ile başlayacağız. Bu, ahiret yurdunda “keşke toprak olsaydım” dememek için veya toprağa karışmadan önce toprağa yapılacak hazırlık adına uygulanacak bir metottur.

[69] Enfal suresi, 29. Ayet

[70] Sad suresi, 27. Ayet

[71] Düşünme, fikir üretme.

[72] Bir şeyin sonunu düşünme

[73] Zikretme, anma

[74] Zariyat suresi, 56. Ayet

[75] Nebe suresi, 40. Ayet