Doğru Bilgi
Doğru bilgiye nasıl ulaşılacağını netleştirmek gerekiyor.
Tecrübe insanlığa göstermiştir ki, bilginin doğru olabilecek sadece iki şekli mevcuttur. İnsan, birincisi duyu organları ile ikincisi ise tevatür[18] derecesine ulaşım sonucunda, doğru bilgiye varır.
Birincisi, kalemin siyah olarak görünmesi örneği gibi, maddeden çıkan, sesin işitilmesi ya da dokununca anlaşılan sıcaklık – soğukluk gibi, duyu organlarının onayı ile kabul gören doğru bilgi metodudur.
İkincisi ise duyu organlarımız ile ulaşamayacağımız, söz ile ya da fiiliyat ile bize ulaşan bilginin, yalan söylemeleri imkân dâhilinde bulunmayan bir topluluk kanalı ile çoğalarak gelmesidir.
İkinci doğru bilgiye ulaşma metodunu açıklamak için örnek verelim. Bir insan,“ Firavun ile Musa (a.s.) gibi insanlar gerçekten yaşamış mıdır?” diye sorsa kendisine, cevabını duyu organları ile netleştirip de veremeyeceği için, ancak, üzerinde yalan sözde anlaşma ihtimali bulunmayan bir topluluktan yayılan haber ile doğruya ulaşacaktır.
Yaptığı araştırmada doğru olarak kabul edeceği bilgi, üzerinde yalan söyleme ihtimali bulunmayacak kadar geniş bir kalabalığın söz birliği ettiği bilgi olacaktır. İşte bu, doğru bilgiye ulaşmanın ikinci metodudur. Firavun, Musa (a.s.) diye birileri yaşamıştır.
Doğru bilgiye insan iki türlü ulaşabiliyor ve bu ulaşım, her insanda ortaya çıkabiliyorken, bazı doğruların arkasında neden durulmadığını incelemek gerekecek sanırım. Çünkü bu sebeplerin bilinmesi ancak, amaca ışık tutacaktır. Yoksa doğru bilginin arkasında durulmadığını kabul etmekle birlikte bunun sebeplerini araştırmaya girmezsek, kendimize nasıl doğru bir yol çizebiliriz ki?
Girişte de bahsedildiği gibi bu, sizin de kendinizi sorgulamanız gereken durumlardan biridir.
Cidden bildiklerimizin arkasında durabiliyor muyuz?
Sözde arkasında durduklarımızı yaşayıp, budur benim doğrum deyip, doğrularımızı içimize sindirmiş olarak hayatımızı sürdürebiliyor muyuz?
Herkes bu durumdan kendisine pay çıkarmalı ve inşallah, mutlak doğruya ulaşma amacı ile inandıklarının arkasında durmaya çabalamalıdır. Bu konuları netleştirdikten sonra, ne için geldiğimizi, neye hizmet edip nereye gittiğimizi anlamamız çok kolay olacaktır.
Aslında çok tuhaf bir şey, değil mi?
Biliyorsunuz ve doğru bilgi olarak kabul ediyorsunuz, o bilginin gereğini ise yerine getirmiyorsunuz. Hatta bununla da kalmayıp, o doğruları hayatlarına uygulamayanları eleştirebiliyorsunuz. Biliyorum ama yapmıyorum… “Ben, bende değilim” gibi bir durum. Hayret verici gerçekten!
Meşrulaştığı için artık, ayıp addedilmeyen davranışlardan yola çıkarak doğru bilgiyi ararken, bildiklerinin getirilerini uygulamayan bir sınıfın varlığıyla karşı karşıya kaldık.
Mesela Allah’ın emirlerine uymayıp da “Allah’a (c.c) inanıyorum” demek, Nasıl bir doğru bilgi acaba. Yarabbi, biliyorum sen “Namaz kıl” diyorsun ama ben kılmıyorum. İnşallah beni affedersin…
Değişik bir sürümü daha var. Bazı insanlar, namaz kılmaya niyet etseler bile çevresindekilerin eleştiri oklarına hedef olma ihtimalinden ötürü, onlardan çekinip namazı bırakabiliyorlar ancak içki içtiklerini, zina ettiklerini, hırsızlık yaptıklarını övünerek anlatmaktan geri kalmıyorlar. Şimdi, inanıp da terk ettiğini mi yoksa övünerek anlattığı eylemini mi doğru bilgisi kabul edeceğiz…
Örnekler bu anlamda o kadar çoğaltılabilir ki, değil bu kitap nerede ise kütüphane dolusu kitaplar oluşturulabilir. Mesela, arkasında durulmayan durumlardan biri de annelik olgusuna[19] dairdir ki evladı üzerine titremeye programlı olarak geçirilen bir ömür, en ufak bir isteği geri çevrildiğinde, kendisini besleyip büyüten bu şefkat ağacının dalını hiç yaşanmamış kabul edip de kırabilen bir evlatlık makamına muhatap olur.
Sevgi, sevilene hizmet, ilgi alaka ile bütünleşir, ayrıca karşı tarafa var oluş gösterilerek de ispatlanır. Şimdi, bu evlattaki anne sevgisine nasıl doğru bilgi diyeceğiz…
Cidden çok karışık duygular içinde kaldım. Bilmem hayretimi paylaşır mısınız? Sanki başka bir varlık var, gözle görünmeyen… Kişi kendi kabul ve retlerini belirlemediği zaman, onun kontrol mekanizmasını dilediğinde eline alabilen başka bir varlık…[20]
Ne yazık ki insan çok nankördür. Yaşamlarını bu tarz sürdüren insanların birçoğunda sıklıkla görülüyor ki, bu nankörlüğü sadece annelerine karşı yapmıyorlar. Şahıslarına yapılan çok ufak sayılabilecek hatalardan ötürü bile, sırlarını paylaştıkları “arkadaşım”, “dostum”, “eşim”, “komşum”, diye nitelendirdikleri insanları da, anlık çıkarları için silebiliyorlar…
Başta, yaratıcısına nankör zaten yaşamını bu tarz sürdüren insanlar. Ve samimi olarak düşünüldüğünde bunlar sayıca azımsanacak kitleler de değiller. Bilakis toplumun büyük çoğunluğunu oluşturuyorlar.
Sizler de halen anlatılanlara “ben hariç” psikolojisi ile bakmıyorsunuz umarım… Siz “ben de böyle miyim acaba?” sorusu ile bakın da cevap, inşallah, “hayır, değilim” çıksın. Nitekim bu kitap, başkalarını eleştirmeye odaklı bilgiler sunmak maksadı ile değil, kendimize yönelik eleştirel bir yaklaşımla hayatımızı düzenleyip ölçülendirmek maksadıyla kaleme alındı.
Yapılması gerekenleri yapmamakla birlikte, yine de olması gerekeni (doğru bilgi) savunan, en iyisinin hangisi olduğunu bilen ve belirten ve buna uymayan insanları, örnekler göstererek, kötüleyip kendisine prim çıkaran insana ne demeli bilmem ki…
Hani bir laf var ya trajikomik[21] diye, şu durumumuzun tam tarifi her halde bu oluyor.
“Bir işi kendisi yapmadığı halde başkasının o şeyi yapmadığını görüp işittiğinde, O kişiyi eleştirmekten geri kalmayan canlılar topluluğuyuz” desek, insanoğlunu yanlış tarif etmiş olmayız zannediyorum.
Bunları neden mi anlatıyorum…
Üzerinde düşünüldüğünde bu durum, toplumların çöküşündeki temel etkenlerdendir. Çünkü herkes böyle olmaya başlayınca kimse kimseye güvenmez hale geliyor. Bireysellik üzerine bina edilmiş bir yaşamda, nefsin kölesi olunmasıyla da ahlaksızlık ön plana çıkıyor. Peşi süre hastalıklı, güvensiz, amaçsız bir yaşam kalıyor.[22] Aslında kabul gören bir amaç var fakat bu amaç, araç olması gereken bir amaçtır. Amaca hizmet eden aracı amaç olarak görünce de yaşamsal alanda bu yersiz davranış, ahlaksızlığı da olanca hızı ile artırıyor. Tabi bunun adına aklıselim olanlar “ahlaksızlık” diyor. Yoksa insanlık tarihi boyunca büyük bir çoğunluk ahlaksızlığın adına özgürlük demiştir.
İşte bunun için İslam dini, bilgiyi doğru olarak kabul ettikten sonra kişiye, o bilginin getirisi ile amel etme şartını getiriyor. Herhangi bir ideolojide bu şekilde toplumsal bir çözüm, bu şekilde insanın haklarını ve amacını düzenleyip çözümleyen bir durum söz konusu değildir.
Hiçbir yönetim şekli, kişinin inancında doğru bilgi olarak kabul ettiğini, o bilgi ile amel etme şartına dayamaz. Yani doğru bildikleri ile mükellef[23] olma mecburiyetleri İslam’ın haricinde hiçbir yerde yoktur, böyle bir şartta aranmaz. “Huzur İslam’da” sloganı ile münafıklık yapanlar da, gafil olan bu insanlardan zerre kadar farkları yoktur.
Müslüman iki dünyalı yaşayandır…
Müslümanların, “Ben Allah’a inandım” demeleri bir başlangıç olup, yaşam içerisinde yaptıkları her hareketlerinde ahirette hesap verme mesuliyetlerini düşünüp bu şekilde eyleme geçme mecburiyetleri vardır. İşte sımsıkı sarılmamız gereken Allah’ın ipi, bireysel ya da toplumsal düzenleyici olması bakımından eşi bulunmaz niteliktedir.
İslam’ı kabulün ardından diğer ideoloji mensupları gibi yaşanırsa neler olur dersiniz?
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, insanların büyük bir çoğunluğunun yaşam şeklini ve bundan çıkan sonucun ne kadar vahim olduğunu gözlemlememiz, bu soruya cevap olması açısından yeterli olacaktır.
Ev ortamlarımız çok büyüdü ama aile anlayışlarımız bir elin parmakları misali küçüldü. Aile içi kıskançlık, haset, gıybet olmazsa olmazımız oldular. Çok paramız var ama temeli sağlam bir ailemiz yok. Tek dünyalı yaşamın getirisi olarak malın varlığı temel alındığından, hiç kimseyi beğenmez olduk. Kardeş kardeşi, akraba akrabayı istemez ve birbirlerinin kuyusunu kazar oldular. Akrabalarımız ölsün istemeyiz ama bizden daha fazla kazanmalarını hiç istemeyiz. İlaçlar, teşhisler, teknolojik tedaviler arttı ama hastalıklarımız sayıca bunlardan daha fazla arttı. Sanki haram değilmiş gibi yalanlar arttı fakat yalandan nefret eden yalancılar, daha çok arttı. İnternet hakkında birçok bilgiden haberimiz var ama komşu ya da akrabalarımız olsun, birçoğunun yaşadıklarından bile haberimiz yok. Hasta ziyaretleri angarya, cenazelere katılmak ise mecburiyet anlayışımız oldu. Sabırlı ve ön yargılı olmayanımız nerede ise hiç bulunmamaktadır.
İletişim problemini en üst düzeyde yaşayan insanlar olduk. Aile içinde bile konuşulanları anlayamayan, milyonlarca insan var. En büyük derdimiz, kendi öz evlatlarımız oldu. Söz geçirmek veya tecrübelerimizi aktarmak bir yana, ikili ilişkilerini sadece telefonla ya da hal hatır ile yürüten insanlar olduk. Yahudilerin (ticari olarak) dürüstlük, Hristiyanların ise hoşgörü ile beraber anılmasına müteakip, “Müslüman’ım” diyenler ahlaksızlıklarla beraber anılır oldular. Evet, bunlar acı ama gerçek. İslam kabul edildikten sonra diğer ideoloji mensupları gibi yaşamanın dünyevi getirileri bunlardır. Ve daha bunlar gibi niceleri bulunmaktadır.
İslam’ı kabulden sonra her şey mubah[24]laşır gibi davranan milyonlarca Müslüman var. Hatta içlerinde öyle enteresan gruplar var ki, Ne İslam’dan ne de İslam’ın kesinlikle yapma dediklerinden vazgeçmektedirler. Tecavüz, şiddet, hırsızlık, sahtekârlık, kan davası, cinayet, yalan gibi bütün suçlar, İslam dinine tabi olduğunu söyleyen insanlar tarafından işlenmektedir. Hal böyle olunca da, içinde bulunduğumuz bu durum cahil insanlara da kâfir sevgisini aşılıyor. Kâfire, ürettiği mal için, “Allah razı olsun” diyorlar ama “Allah, kâfirden razı olur mu” demiyorlar. Hiç düşündünüz mü temel sorun nerede, bütün bunlar ve bunun gibi olayların altında yatan eksiklik nedir?
Kimseyi kötülemekle, kırmakla işler yürümüyor. Sorunlar çözüm bulmuyor. Bizim bir an önce kendimize dönüp, bildiklerimiz ile amel etmeye başlamamız gerekiyor. Yoksa doğru bildiğinin arkasında durmayan insanların oluşturduğu toplumun, yaşamı ne hale getirdiği ortada…
Bu mesele toplumsal olmaktan da öte, küresel olma yolunda hızla ilerliyor. Nerede ise, dünyadaki insanların büyük bir kısmının yaşamı, özgürlük adı altında ahlaksızlığa bulanmış ve bu da, güvensiz ortamların artmasına ve toplumsal bunalımlara yol açmıştır. İlk önce Müslümanların inandıkları dini öğrenmeleri ve yaşamaları gerekmektedir. Yaşanılır alanda oluşan ufak bir toplum, büyük bunalımlar içinde olan toplumları kendisinde buluşturacaktır. Diğer bir yandan, ne yazık ki bir kısım bilinçli Müslüman, toplumun bu kötü durumunu görüp, umutsuzluğa kapılıyor. Mümine umutsuz olmak yaraşmaz. Mümin korku ve ümit arasında yaşamını sürdürür. Biz bu dünya ya ait değiliz. İlk önce bunu bileceğiz. Bildiklerimiz ile amel edip, sonra da amellerimizi toplumsallık adına yaşanılır alana taşıma gayesi güdeceğiz. Kendi bildikleri ile amel etmeyen kişilerin, bireyleri ya da toplumları eleştirme hakları olmamasının yanı sıra, bildikleriyle amel etmeyen bu insanlar, eleştirdikleri topluma amelsizlikleri ile destek veren insan olmaktadırlar. Ön yargılı bir yaşam, yargılanma gereği bile hissedilmeden cezaya maruz bırakılan mahkûmun durumuna benzer. Bu kendini yeterli görmektir. Muhtaçlık hissiyatsızlığı ve “ben bilirim” zannı taşımaktır. Bütün bunlar ise bir insanın sorgulamadan kendini nefsine mahkûm etmesi için yeterli sebeplerdir. Dünya da ve ahirette işimize yaramayacak bilgiler üzerinde zaman kaybetmeden güzel bir toplum oluşturmak adına ve şuurlu bir birey olmak için Kuran’ın bize verdiği formül vardır. Bu, eylemlerin karşılığını yalnız Allah’tan bekleyerek, bildiklerimiz ile salih ameller işlemeye devam etmek, salih ameli işlerken de hakkı ve sabrı tavsiye etmeyi bırakmamaktır. Bu formül, Asr suresinin içeriğidir. Ashabı Kiram bu sureyi okumadan birbirlerinden ayrılmazlardı. Çünkü hakkı tavsiyede iyiyi, doğruyu, tevhidi, mutluluğu ve huzuru tavsiye; Sabrı tavsiyede ise ibadetlere devamlılığı, nefsin oyunlarına uymamayı ve gelen musibetlere katlanma vardır. İmam Şafii hazretleri bu sure hakkında şöyle diyor: “Eğer Kur’an da bundan başka sure olmasaydı, şu kısacık sure bile insanların dünya ve ahiret saadetini temine yeterdi.”
[18] Yalan olması mümkün olmayan bir sözün, ağız birliği etmiş güvenilir kimselerden yayılması
[19] Olgu, bir olayın bicim değiştirerek tekrar etme ve sosyal hayatta yerleşik bir hal alması
[20] İslam dininde bu varlığın ismi, iblis-şeytan-tağut olarak geçer
[21] Üzülecek kadar komik olan şey
[22] Bakınız, 21 yy.da dünya
[23] Yükümlülük sahibi kişi, yükümlü kılınan kişi
[24] Yapmak ya da yapmamak arasında serbest olunan şeyler
You Might Also Like
Dertlerimiz Ve Ahiret İnancı
Hadislerin Önemi
Diğer Canlılar Ve Doğru Bilgi