İslam Sizin Dininizdir -2-
Ana konumuza döndüğümüzde tüm hakikati ile şu gerçek alenen ortadır. Kur’an-ı Kerim’in indiği ve son peygamberin tebliğine yönelik haberi kendisine ulaşmayanlar var ise yeryüzünde, o kişiler istisna herkesin dini bilsin ki rabbimiz tarafından ilan edildiği üzere İslam’dır. Eğer hâlâ yeryüzünde bu mesaj kendisine ulaşmayanlar varsa onlar Araf ehli olarak haşr edileceklerdir. Durumları rabbimizce malumdur. Fakat diğer tüm insanlık akıl baliğ olduktan sonra bu dinin uygulamalarına uygun fıtratta yaratıldıkları için İslam dinine tabidirler. Çünkü Allah, bizim kendisini razı etmemiz için ve huzurlu, müreffeh bir hayat sürmemiz için bu yol üzere (sıratı müstakim) olmamızı uygun görmüştür. Başka bir yol da kabul edilmeyecektir. Bunu da beyan etmiştir. O halde demek ki Araf ehli hariç tüm insanlık, İslam üzeredir. Fakat biz İslam’ı duyduk ama hiç kendimizi Müslüman olarak görmedik, tanımlamadık, bilmedik diyenler olacaktır. Bu kişilerin durumu, işitip kabul etmeyenler olarak, Müslüman olanlar ise işitip kabul edenler diye iki farklı alanda ele alınmaktadır. İşte burada da işitip tabi olmak, kabul etmek için kelimeyi şehadetin önemi ortaya çıkmaktadır.
Bunun için İslam dinine tabi olmanın ilk şartı, tarihi sürecini de yukarıda anlatmış olduğumuz üzere Allah’ı tek ilah olarak bilmek ve bu dininin tamamlayıcısı olarak ise Hz. Muhammed’i kul ve son peygamber olduğunu kabul etmekten geçer.
Böylece insan kendi iradesi ile bu hakikate şahitlik ettiğini beyan etmiş olmaktadır. Yani diğer bir tabir ile; Allahtan başka ilah olmadığına, oğlu veya kızı bulunmadığına, razı olduğu amellerin ve inançların tamamının son kitapta en son hali ile güncel olarak bulunduğuna, İslam dininin artık tamamlandığına, kendisinin başka inanç ve amelleri kabul etmeyeceğine ve en son gönderilen kişinin Hz. Muhammed olduğuna, onun da görevini hakkı ile yerine getiren bir peygamber ve bunun haricinde bir kul olduğuna iman etmek demektir. O halde soruyorum işitip itaat etmek, şehadet getirip zaten sizin olduğunu öğrendiğiniz dine girmek, sahip çıkmak istemez misiniz?
Sanırım buraya kadar olan anlatımlarımız ile yazıya verdiğimiz başlığın hakkını vermiş, zihinde oluşan olası soruların ise cevaplarını tarihi ve dini açıdan ifade edebilmişizdir. Bu din ne Arap ne Ortadoğulu ne de herhangi bir zümrenin değil yalnız Allah’ın dinidir. İnsan olarak fıtratımıza uygundur. Böylece sınav da adildir. Tüm tarih boyunca da İslâm inancına göre peygamberler arasında bir bütünlük ve süreklilik söz konusudur. Peygamberler kendilerinden önce gelenleri tasdik etmiş, sonra gelecek olanı da müjdelemişlerdir. Araştırmak isterseniz ilgili ayetler şunlardır: (2/41, 97; 3/3, 39, 50, 81; 5/46; 46/30; 61/6)
Konunun hakkını vermek adına şu hususa da değinmek yerinde olacaktır. Tarih boyunca kimi peygamberlerin bazı farklı uygulamalara veya özel değişikliklere gerek duymaları söz konusu olmuştur. Bu farklı davranışların her birinin ayrı birer dini temsil ettikleri gibi bir anlayış bulunmaktadır. Oysa ki kesinlikle öyle değildir. Din içinde gönderilen son şeriat sahibi olan Resulün, insan hukuku adına yaptığı yeni uygulamalarıdır bunlar. Bu kurallar, farklı dinler olarak anlaşılarak “bizim dinimiz, onların dini” diyerek ayrıma yol açmaktadır. Bu tamamen hatalı bir çıkarımdır. Örneğin Hz. Musa’nın şeriatinde iki kız kardeş aynı anda eş olarak alınabiliyorken, bu uygulamayı Hz. Muhammed kaldırmış ve kendisinden sonra bunun yasak olduğunu ilan etmiştir. Bu ve bunun gibi kararlar ile İslam doğru anlaşılamadığı için tarihi süreçte Muhammedî, Musevi, İsevi gibi farklı inançlar çıkmış ve bunlara dayanarak dinlerinin farklı olduğu iddia edilmiştir.
Oysaki din bir tanedir. O da İslam’dır. Şeriat ise dinin içinde belirli zaman aralıklarıyla Resulleri aracılığı ile Allah tarafından güncellenen bir kanundur. “Neden aynı din içinde farklı şeriatlere gerek duyulmuştur?” denilecek olursa; şeriatlerin insan hayatında değişen ve gelişen ahlaki, sosyal ve ticari şartların neticesinde dinin aldıkları birer güncelleme niteliğinde olduğunu ifade ederiz. Aynen bugün kullandığımız bilgisayarlardaki işletim sistemlerinin belirli zaman sonunda ihtiyaca yönelik yeni aldıkları güncellemeler gibi İslam dini de insan odaklı değişim ve gelişim sürecinde güncellemesini şeriat ile yapmaktadır. Mesela verdiğimiz örnekteki uygulamanın kaldırılması veya yasaklanması yeni gelen ümmet anlayışı sebebiyle birlikte kaldırılmıştır. Çünkü önceden belirli bir soy içinden evlilikler yapılıyorken artık bu şartın getirisine gerek kalmamıştır. Fakat evvelce toplum gelişimi, örf ve sosyal açıdan gerekliydi. Bunun gibi nice kurallar değiştirilmiş, güncel halini sonraki gelen şeriat sahibi olan Resul tadil etmiştir. Dolayısıyla bu farklı din tanımının yanlışlığına delalet etmektedir.
Tüm bu şeriat kanunlarının insani hukuk içerisinde gelişim ve değişime uygun şekilde güncellenmeleriyle birlikte, tüm peygamberlerin bu yol üzere İslam dininin yani tek dinin mensubu olduğunu Kur’an-ı Kerim farklı ayetlerde Müslüman olduklarını beyan ederek belirtmiştir. Bu ifadeler ise bizlere tek dinin İslam olduğunu ve zaman içinde farklı uygulamalar ile kuralların değiştirildiğini gözler önüne sermektedir. Kur’an’ı Kerim’in bu konuda haber verdiklerine bakacak olursak: Nuh, “Bana Müslümanlardan olmam emrolundu.” demiş (10/72); İbrâhim ve Yakup, oğullarına, “Allah sizin için bu dini seçti, o halde sadece Müslümanlar olarak ölünüz.” tavsiyesinde bulunmuştur. (2/132) Dahası Hz. Âdem’den son peygambere kadar bütün peygamberler “Allah’ın dini, hak din, dosdoğru din, hâlis din” olarak adlandırılan İslâm’ı tebliğ etmişlerdir. (3/83; 9/33, 36; 39/3) Benî İsrail’e gönderilen peygamberlere baktığımızda ise İslâm kelimesiyle aynı kökten gelen fiil ve isimlerle Allah’a teslim olmuş kişiler olarak takdim edilmekte (5/44), son peygambere dahi kendisine ve tebliğ ettiği dine inananların Müslüman olmasını emretmiştir. (6/14, 163; 40/66). Dolayısıyla elde edilen sonuç Allah katında yegâne din İslâm’dır. (3/19)
Aralarında peygamberlik mertebesi bakımından bir fark gözetilmediği gibi ortaya koydukları ilkelerde de öze ilişkin herhangi bir farklılık anlaşılacağı üzere söz konusu değildir. Onların her biri Allah’ın birliğine, âhiret gününe ve peygamberlerin getirdikleri ilâhî mesajlara inanmayı öğütlemiştir. Farklılıklar, sadece zamanın gereklerine ve toplumun beklentilerine göre değişebilen ayrıntılarla ilgilidir. Bu da insanın sosyal ve psikolojik yapısına, hayatın gerçeklerine uygun bir olgudur. Hz. İsa, Tevrat’ı tasdik etmekle birlikte İsrâiloğulları’na haram kılınan bazı şeyleri helâl kılmak için (3/50), Tevrat ve İncil’de müjdelenen Hz. Muhammed ise diğer görevleri yanında önceki milletlerin üzerindeki zahmet verici hükümleri kaldırmak için (7/157) gönderilmiştir. Bu elçilerden her biri, devirlerinin ve kavimlerinin ihtiyaçlarını karşılayacak esasları öğretmek için gelmiştir. Bu anlayış ile bakıldığında son peygamber Hz. Muhammed ise âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Kendisine indirilen kitap üzerinden dini tamamlama gayesi ele alınarak bakıldığında, hedef kitlesi sadece bir kavim veya bir bölge değil bütün zamanlar ve bütün insanlıktır. Bundan dolayı bildirdiği esaslar bütün insanlığa hitap etmektedir.
Ve son olarak Kur’an-ı Kerîm, başlangıçtan kendi zamanına kadar geçen süre içindeki vahyin bütününe mirasçı olmuş bir kitaptır. Örneğin Tevrat’ta yer alan ve Hz. Mûsâ’ya bildirilen on emir farklı formlarda olsa da Kur’an’ı Kerim’de (2/224; 4/29; 5/32, 38, 89; 17/23; 22/30) muhafaza edilmektedir. İslâm’ın ana kaynağı konumunda olan bu kitap, önceki peygamberleri ve onların getirdiği ilâhî mesajları kabul etmekte, peygamberler arasında ayrım yapmamayı ise dininin temel şartı olarak ifade etmektedir. İsimleri ve nitelikleri ile zikredildikten sonra, “İşte o peygamberler Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir; sen de onların yoluna uy!” denilmektedir (6/90).
You Might Also Like
Diğer Canlılar Ve Doğru Bilgi
İslam Sizin Dininizdir -1-
Hadis Rivayeti