İslam Ve Bilim (Ad Kavmi)
Madde her hali ile tevhide hizmet etmesine rağmen, maddeleri temel alarak doğa, düşünce ve toplum hakkındaki doğru ve mantıklı bilgilerin tümü ile ilgilenen bilim, maddenin bu durumuna nasıl bakmaktadır acaba? İslam düşmanlarının sürekli sözlerinde kıyasladıkları gibi gerçekten bilim, hizmetini dine karşı mı sürdürmektedir, yoksa bilakis bilimin dine olan hizmeti her yeni keşif ile ortaya çıkarken bu sözler, dinden haberi olmadığı gibi bilimden de haberi olmayan insanların iftirası mıdır? Cahilin söylediği gibi bilim mi dinin eskimişliğini, Din mi bilimin gecikmişliğini ortaya koyuyor, bunu hep birlikte inceleyelim inşallah.
Bu tarzda yapılmış olan çalışmaların birçoğu ne yazık ki, iyi niyet güdülmesine rağmen, konuya yaklaşım ve aktarım üslubu açısından Allah’ın varlığını ispatlama çabasındadır. Oysaki tebliğ, varlığı ispat için değil, varlığa itaat edilmesi için yapılmalıdır. Bizim çalışmamızın amacı ise kesinlikle bu değildir. Çalışmamız insanların, Kuran-ı Kerim’i herhangi bir alanda olduğu gibi bilim alanında da temel kaynak olarak kabul etmemelerinin yol açtığı yanlışları ve bu yanlışlardan doğan zaman kaybını telafi etmeyi hedefler niteliktedir. Bunun için her konunun sonuna ilgili maddenin varlığının, keşfinden ne kadar süre önce Kuran-ı Kerim’de haber verildiği sene farkı vurgulanarak belirtilmiştir.
Bilim deyince akıllara batı dünyasının geliş sebebi, başta Endülüs ve Sicilya’dakiler olmak üzere, İslam bilginlerinin Arapça yazılmış eserlerinin 12.yy.da Latin diline yoğun bir şekilde tercüme edilmesidir. Onun için bu yüzyıla “tercüme yüzyılı” adı verilmiştir. Batı dünyası bu bilgiler üzerinde sistemli olarak ancak 16.yy.da gözlemler ve deneyler yapmaya başlamış ve Rönesans[179] adı altında bir akım içerisine girebilmiştir. Yani değerlerini İslam’dan alan bilginlerin yaptığı çalışmalar üzerinde bugün batı dünyası bilimde hız kazanmıştır. Böylesine temel bilgileri almalarına rağmen İslam âlimlerinin, keşifleri oldukça zor şartlar ve geç tarihlerde yakalamaları rehberlerini hakkıyla takip etmemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu bakış açısından yola çıkarak çalışmamızı teknik bilgiye, kaybedilen zamana ve haberin bağlamında olan diğer ayetler diye üç şekilde ele aldık.
Bunların amaçları da şu şekildedir:
- Bütün hayırlı bilim dallarının kökeninde İslam dini olmasına rağmen, günümüz Müslümanlarının büyük bir çoğunluğunun, ekonomik veya siyasi nedenlerle cahil bırakılmaları sebebiyle, geçmişi ve dünyası hakkında tam bilgi sahibi olmayışı bizleri, teknik bilgi aktararak sunulan bir çalışma yapmaya sevk etti.
- Kaybedilen zamanı ele alışımızın sebebi, Kuran-ı Kerim’i bilimsel değer olarak kabul etmeyen insanların, toplumlara önder konumda olan bilim adına kaybını gözler önüne sermektir.
- Haberin bağlamında olan ayetleri sunmanın nedeni ise Kuran-ı Kerim’deki konu zenginliği ve inceliğini sunmaktır.
Çalışmamıza eklediğimiz bazı temenniler ve küçük notlar bulunmaktadır. Birincisi kendi alanında bir ilki oluşturur nitelikteki ayetlerin indiği tarihleri verme çabası içerisine girişimizdir. Bu tarihler, siyer ilmi üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda tespit edilmiş tarihlerdir. Buluş ile arasında geçen zaman kaybını tespit etmek gayesi ile yaklaşık zaman bildirimi için kullanılmıştır. Yaptığımız olası hatadan ötürü Allah’a (c.c.) sığınırım. En doğrusunu şüphesiz Allah (c.c.) bilir. İkincisi ise bilim insanlarının ayetleri bilimin doğruları ile karşılaştırması ve bundan sonraki çalışmalarını, “Zararın neresinden dönülürse kar olur.” felsefesiyle, Kuran-ı Kerim’in gölgesinde yalnız hayra ve ahlaka hizmet maksadıyla gerçekleştirmesi yönündeki temennimizdir. Önder konumda olduğu için bilime bu tarz bir yaklaşım insanoğlunun içinde bulunduğu gafletten çıkmasına da vesile olacaktır. Bu temenniler ile bölümümüze, Allah’ı ve Peygamberleri kabul etmedikleri için, yaşamları acılar içerisinde son bulan kavimlerden biri ile başlayalım.
AD KAVMİ
İSLAM
YER : Mekke
TARİH : 612
İSİM : Kuran-ı Kerim, Fecr Suresi 6–8. ayetler
HABER : Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi? Yüksek sütunlar sahibi İrem’e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.
BİLİM
YER : Umman
TARİH : 1990
İSİM : Nicholas Clapp
HABER : Toprağın altında bulunan şehir
Kayıp şehri bulan Nicholas Clapp, amatör olarak arkeoloji ile ilgilenen bir Arap uzmanı ve belgesel yapımcısıdır. Arap tarihi üzerine yaptığı bir araştırma sırasında, Thomas Bertram Sidney[180] adlı İngiliz bir araştırmacının 1932 yılında yazmış olduğu “Arabia Felix” adlı kitaba rastlamıştı. “Mutlu Arabistan” anlamına gelen bu kitap, Arap yarımadasının güneyinde bulunan Yemen ve Umman’ı kapsayan bölgeye verilmiş isimdi. Bu isim Ad kavminin yaşadığı toprakların durumunu sergilemektedir. İngiliz araştırmacı Thomas da bu şehri bulmak için oldukça uğraşmıştı, fakat buna ömrü yetmemişti.
Clapp, şehrin varlığını kanıtlamak için iki yola başvurdu. İlk önce bölgenin yerlileri olan bedeviler tarafından söylenen patika izlerini buldu. NASA’ya başvurarak bölgenin uydu aracılığıyla resimlerinin çekilmesini istedi. İkinci olarak ise California’nın Huntington kütüphanesindeki eski yazıtları ve haritaları inceledi. Bu araştırma sonucunda, Yunan coğrafyacısı Batlamyus tarafından M.S. 200 yılında çizilmiş olan bir haritayı buldu. Haritada eski bir şehrin yeri ve bu şehre doğru giden yollar oldukça net olarak gösterilmişti. NASA’dan gelen resimler ile de havadan bir bütün halinde görülen bazı yol izleri ortaya çıktı. Clapp, resimleri elindeki harita ile karşılaştırarak şehir olduğu anlaşılan geniş bir alan buldu. Bu alanda yapılan kazılar sonunda ise kumun 12 metre altından şehrin kalıntıları çıktı. Ad kavminin yaşadığı yer şu anki Yemen’in doğusunda, Umman denizinin ise kuzeyinde yer almaktadır. Bu yer bugün kum yığını halinde olan bir çöldür. Kuran-ı Kerim Ad kavminin yerinden bahsederken uzun ve kıvrımlı kum yığınları anlamına gelen “Ahkaf”[181] da olduğunu haber verir. Bu kabilenin insanları Amalika kavminden olup güçlü, kuvvetli kimseler idiler. Büyük ve yüksek tepeler üzerinde oldukça güzel köşkler inşa ediyorlardı. Akarsu kıyısında, geniş bahçeleri olan kalelerde ve evlerde oturuyorlardı. Nimetler içindeydiler fakat buna rağmen şükür etmeleri gerekirken Allah’ın haricinde ilahlar ediniyorlardı. Bu konu da İbn Kesîr der ki :“Ad kavminin üç putu vardı. Bunlar, 1. Sâdâ, 2. Semûdâ, 3. Herâ’dır.”[182]
Bunun üzerine Allah (c.c.), evvelce ticaret ile uğraşan Hûd (a.s.)’u, kendilerine uyarıcı ve korkutucu peygamber olarak gönderdi. Fakat tüm uyarılara rağmen ilahlarını terk etmediler.
ALLAH (c.c.) bu olayı bizlere şöyle haber vermektedir:
Ad kavminde de kardeşleri Hud’u peygamber olarak gönderdik. Hud onlara “Ey soydaşlarım, Allah’a kulluk ediniz, O’ndan başka bir ilâhınız yoktur. O’ndan korkmuyor musunuz?” dedi. Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O’na “Biz seni aptal olarak görüyoruz ve bir yalancı olduğunu sanıyoruz” dediler. Hud onlara dedi ki; “Bende bir aptallık yoktur, tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim. Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, sizin için güvenilir bir öğüt vericiyim. Sizi uyarmak üzere içinizden biri aracılığı ile Rabbiniz tarafından size mesaj olması tuhafınıza mı gidiyor? Allah’ın sizi Nuh kavminin yerine geçirdiğini, sizi vücut yapısı bakımından onlardan daha güçlü yarattığını hatırlayınız. Allah’ın nimetlerini hatırlayınız ki kurtuluşa eresiniz.” Soydaşları ona dedi ki: Sen bize tek Allah’a kulluk edelim, atalarımızın taptıkları ilâhları bırakalım diye mi geldin. Eğer söylediklerin doğru ise ilerde çarpılacağımızı söylediğin azabı şimdi başımıza getir, bakalım. Hud onlara dedi ki, “Rabbinizin azabı ve öfkesi hakkınızda kesinleşti. Allah’ın haklarında hiçbir kanıt indirmediği, kendiniz ve atalarınız tarafından takılmış birtakım adlar üzerine benimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? O halde bekleyin bakalım, ben de sizin ile birlikte bekliyorum.” [183]
Bir olan yaratıcıyı bilmelerine rağmen, diğer aracıları terk etme fikri Ad kavmine “akılsızca” geliyordu.
İşte Allah’ın (c.c.) zatından ve mesajından haberi olmayan grupların portresi… Zaten bu portre hangi zaman ve mekânda farklı bir statüye girmiş ki… Meşrulaştırılan eylemi grup halinde yapmanın verdiği güç ile yaşamak ve dinin sahibinden rızalık beklemek arasındaki çelişki…
Hûd aleyhisselam, kavmini Allah’ın azabı ile uyarmasına rağmen onlar yine de küfürlerinde inat ediyorlar. Nuh (a.s.)’ın kavmini örnek veriyor, düşüncelerine devam ediyorlar. Nimetler hatırlatarak şükür etmeye davet ediyor, sonuç değişmiyor. Bunca nasihate karşılık kendilerinden bir ücret istemediğini, teşekküre ihtiyacı olmadığını söylüyor fakat sonuç yine de olumsuz. Bütün bunlara rağmen Hûd (a.s)’in davetine karşı koydular, sözünü küçümsediler ve baskı kurmaya başlayarak Hûd (a.s)’ı bunamak ve deli olmak ile suçladılar. Onu, İlahlarının kendisine bir kötülük dokundurması sebebiyle, saçma sapan konuşmakla itham ettiler. Ve artık, kendilerine yapılan tebliğ alay mevzu haline gelince, Allah (c.c.) azabını gönderdi.
Kendilerine yağmur yağdırmasını bekledikleri bulutu ilk olarak görünce pek şaşırmadılar. Daha sonra üzerlerine kuru bir rüzgâr esti. Bu rüzgâr yedi gece, sekiz gün bir an bile durmaksızın üzerlerine korkunç şekilde esti ve kavim böylece helak oldu. Bu olayı Kuran-ı Kerim bizlere 1378 yıl öncesinden haber vermiştir. Ayeti kerimeler, olayı şu şekilde açıklamaktadır.
ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
Ad kavminin kardeşi Hud’u an; ondan önce ve sonra, “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin” diyen nice uyarıcılar gelmişken, Ahkaf bölgesindeki kavmini uyarmış,“Doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum” demişti. Dediler: “Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi geldin? Doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin şeyi getir.” De ki: “Azabın ne zaman geleceğine dair bilgi, ancak Allah katındadır. Ben görevlendirildiğim şeyi size duyuruyorum; fakat sizi cahillik eden bir kavim görüyorum.” Nihayet azabın ufukta geniş bir bulut halinde vadilerine doğru geldiğini görünce “Bu, bize yağmur yağdıracak bir buluttur” dediler. Hayır, o sizin acele gelmesini istediğiniz şey, içinde acı azap bulunan bir rüzgârdır. Rabbi’nin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Derken onlar o hale geldiler ki evlerinden başka bir şey görünmez oldu. İşte biz suç işleyen toplumu böyle cezalandırınız.[184]
Allah’ın azabı ile korkutup, geçmiş nesillerden örnekler sunmalarına ve nasihatler karşılığında hiç bir ücret talep etmemelerine rağmen bunaklık, delilik, büyücülük, alaya alınma, akılsızlık gibi suçlamalara, Âlemlerin bir tek İlah’ı olduğuna davet eden bütün peygamberler maruz kalmıştır. Bu durum bizlere, cehaletin yol açtığı dehşeti sergilemekle birlikte Allah’ın kendisinden başka ilahın olmadığını ve bu bilinçle yaşamanın emredildiğini ve bunun yaşanılırlığı için mücadele edilmesi gerektiğini göstermektedir.
Bu olaylara modern zihniyet, insanoğlunun cehaleti sonunda oluşması muhtemel olan ibretlik akıbetler olarak değil, geçmiş zamanda yaşamış insanların yaşantılarını sunan tarih bilgileri olarak bakmaktadır. Bu bakış, Allah’ın ayetlerinin bizlere haber verme hikmetinden uzak bir yaklaşımdır. Yaşantıda İlahın bir olarak kabulü ve Peygamberlere itaat etme gibi dinin özünü teşkil eden durumları bilmedikten sonra, bu ayetlerin anlamını bilip ezberlese de kişi, olaylara “ben hariç” psikolojisi ile yaklaşmakla, asıl anlatılma amacından uzak kalacaktır.
[179] Avrupa’da 15. Yüzyıl ile 16. Yüzyıllarda edebiyat, sanat, felsefe ve bilim alanlarında yenilenme
[180] (d.1892– ö.1950)
[181] Kuran-ı Kerim’in 46. Suresinin adı
[182] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 1/121
[183] Araf suresi, 65–71. Ayetler
[184] Ahkaf suresi, 21–25. Ayetler
You Might Also Like
İslam Ve Bilim (Oksijen)
İslam Ve Bilim (Dağların Hareket Edişi)
İslam Ve Bilim (Dünyayı Koruyan Tavan)