İslam Ve Bilim (Parmak İzi)
İSLAM
YER : Mekke
TARİH : 613
İSİM : Kuran-ı Kerim, Kıyamet Suresi 3-4. ayetler
HABER : İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor? Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
BİLİM
İSİM : Francis Galton
YER : İngiltere
TARİH : 1890
HABER : Parmak ucundaki izlerin farklılığı
Parmak izi, parmak ucu derisinde, göz ile görülebilen çıkıntıların meydana getirdiği şekillerdir. Dış deriye ait bu çıkıntılara papilla da denir. Parmaklarımızı dikkatlice incelersek, parmak izlerinin, birçok hattın farklı biçimlerde bir araya getirilmesiyle yapıldığını görürüz. Parmak izi sisteminin bulunuşu çok eski tarihlere dayanır. Eski kaynaklarda parmak izi konusunda bazı kayıtlar varsa da bu kayıtlarda parmak izinin kullanılması hususunda herhangi bir bilgiye rastlanmamaktadır. Keşfin kronolojisi de oldukça karışıktır. Yaptığım âcizane çalışmalar sonucunda şu bilgileri elde ettim: Parmak uçlarındaki çizgileri bilimsel açıdan ilk inceleyenin ünlü İtalyan biyoloji ve anatomi bilgini Marcello Malpigh olduğu söylenir. 1665 yılında Napoli’de yayımlanan, Dış Dokunma Organının Anatomisi Konusunda Gözlem adlı kitabında parmak ucu derisinin girintili, çıkıntılı şekillerinin birtakım özelliklerini anlatmıştır. Nehemiah Grew 1684, Marcello Malpighi de 1686 yılında insanların parmak kıvrımlarının bazı özellikleri bulunabileceğine dikkat çekmişlerdir, fakat bu izlerden faydalanma metotlarını tam olarak belirtmemişlerdir. 1824 yılında Thomas Bewick kendi kitabına, kopyalarından ayrılması için, imzası ile beraber parmak izini de bastırmıştır. 1890 yılında, “biyolojik kalıtım” konusunda araştırmalar yapan İngiliz bilim adamı Francis Galton, ilk defa metotlu bir şekilde parmak uçlarındaki çizgilerin her insanda farklı olduğunu belirtmiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır, ayetin tefsirin de şöyle diyor: “Parmak uçlarının yaratılışında bu suretle inceliğe işaret edilmiş olması zahirî (yüzeysel) ve basit bir şey değil, onların yaratılışında göründüğünden çok derin ve önemli incelikler bulunduğunu gösterir. Evvela insan en önemli işlerini elleriyle yapar, onun için el güç ve kudretin sembolü sayılır. “Şu iş onun elindedir”, “elinden gelir”, “eli dardır”, “eli geniştir”, “eli uzundur”, “eli kısadır”, “eli açıktır” ve “eli sıkıdır” gibi güç manası ile ilgili olan ifadeler, ele nispet edildiği kadar hiçbir uzva nispet edilmemiştir denilebilir. Sonra elin bütün kıymeti ise parmaklardadır. El ile yapılan bütün işlerin parmakla ilgisi vardır. Onun için on parmağın diyeti, iki elin diyetine eşittir. “Filân işte onun parmağı var.” sözü de parmağın etki ve güç alameti olduğunu anlatır. Parmakların bütün incelikleri de uçlarındadır. Parmaklarda ve parmak uçlarında öyle enteresan bir sanat ve öyle ince bir duyarlılık vardır ki anatominin ve doku biliminin incelikleri bile onu kavramaya yeterli olmaz. Dokunma duyusunun hemen hemen bütün incelikleri onlarda toplanmıştır. Kaba bir misal ile karanlık bir gecede mesela bir kiler veya bir dükkânda gezinirken elinizdeki bir baston ile şuraya buraya dürttükçe şu taş, şu toprak, şu tahta, şu un çuvalı, şu pirinç veya bulgur çuvalı, şu kahve veya fasulye çuvalı, şu şeker, şu kömür çuvalı diye birçok şeyleri ayırabilirsiniz ki bütün bunlar, bastondan gelebilen türlü titreşimlerin nevilerini parmaklarınızın sinir uçları ile aldığı duyum ağının incelikleridir. Bir taraftan silah gibi birçok şeylere direnip dayanan tırnakların sertliğiyle uygun kaslarının dayanıklı teşkilatı içinde böyle farklı zariflik ve incelikleri kapsayan ve büyük büyük çekiç ve külünk darbeleri ile yazı, nakış, resim, süsleme ve yazı taramaları gibi en ince çizgileri çizen ince ve zarif kalemleri, fırçaları, iğneleri yapma ve yönetmeye alet olan parmaklar ve uçları hemen hemen insanlardan meydana gelen işlerin en önemli bölümünün ortaya çıktığı yaratılış boğumlarıdır. Bunların tam olarak okunması bilinse, bir insanın her şeyini olmasa da pek çok öz elliğini ifade ettikleri anlaşılır. Şu halde “parmaklarını bile düzeltmeye gücü yeterek” denilmesinde, “o insanın ellerinden çıkan iyi kötü bütün iş ve eserlerle beraber düzeltebiliriz” denilmek gibi derin bir mânâ vardır. Bunları yaratan elbette yine derleyip toplayabilir. Evet, yüce Allah insanın bütün özelliklerini bir küçük hücrede toplayıp misal olarak gösterebilir. Nitekim kuyruk sokumundan bir zerre içinde bir insanın bütün özelliklerini toplar.”[239]
İnsanoğlunun parmak izi daha anne karnında üç aylık bebek iken belirmeye başlamaktadır. Tek yumurta ikizleri de dâhil olmak üzere herkesin parmak izi birbirinden farklı olduğu için parmak izi, kimlik görevi de görmektedir. Parmakların uçlarında saklı olan bu kimlik, aynı anda vücudun en hassas ve en duyarlı bölgesini oluşturmaktadır. Hassasiyet ile kimliğin bir arada olması, bu manada, insan olmayı da kimlikli ve hisli olmakla bağdaştırmaktadır. Hissetmek, yani duygulu olmak, yapılan eylem sonucunda erişilecek olan huzura işaret eder. Kimliksiz insanın karakter yapısı, hissiyatsız insanın da olaylara bakışı bozuk olur. Böyle bir insanın adaletli olmasından bile söz edilemez. Bu gözle bakarsanız, İslam harici düzenlerin hepsinde, bu gibi ortak özellikler barındıran fikirler görürsünüz. Bu nedenle Müslüman’ın şahsiyetli olması, kimliğine ve duyarlılığına bağlıdır. Kimlik, kişinin konumuyla olan alakası ile değil, inancına bağlı olarak sürdürdüğü bir yaşam sonucunda oluşur. Hissiyatın olmadığı yerde ise yalnızca kimliksiz insan vardır.
Hikmet nazari ile bakıldığında, parmak izinde duygu ile kimliğin bir arada kodlanmış olması, ibadetlerin de huzuru oluşturmasını sağlama yönünde en temel formülü ortaya koyar niteliktedir. Çünkü özüne dönme mekanizması içerisinde adalet dişlilerinin çarkları olan İslam’ın kulluk manzumeleri[240] de aynı şekilde işlemektedir.
Namaz, duygulu olmayan insan için, sadece ilişkilerin iyi tutulmasını sağlayan bir prosedür[241]dür. Duygulu olan biri için ise namaz, kişinin kendisini tanzim[242] gayesi ile gerçekleştirdiği bir kulluk görevidir. Bu nedenle direksiz yükseltilmiş gökyüzü altında namaz, dinin direğini temsil etmektedir. Çünkü onsuz, kulluğun düzenlenme imkânı yoktur.
Cihad, duygunun kılıca düşen yansımasıdır. Duygusuz olan, cihadın işgal gayesi için yapıldığını sanar. Cennetin kılıçların gölgesi altında olması, kanın daha fazla akıtılmasını takdis değil, kulluğun Allah’a has kılınması için yapılan varlık hiyerarşisine[243] işarettir.
Zekât, duygusuz olanlar için bir angarya, duygulu olanlar için ise şükür sebebidir. Kulun kendisine takdir edilmiş kazancın, kendisi için takdir edildiğini ispatlayan eylemidir. Malının zekâtını mazeretsiz vermeyenler, kazancın yalnız kendi çabaları sonucunda elde edilmiş olduğunu da iddia etmiş olurlar. Zekât kalbin katılaşarak duygusuzlaşmasını, dünya malına duyulacak aşırı isteği, cimri olmayı, şefkatten mahrum bir yaşam sürerek malın stoklaştırılmasını önler. Bu anlamda sınavın iktisadi yönünü oluşturmaktadır.
Hacc duygusuz insan için, sadece geçmişi yâd etmek gayesi ile yürütülen eylemler zinciri, maddi imkânı yerinde olan kişilere tanınmış olan bir haktır. Duygulu insan içinse Hacc, ıslaha vesile olan eylemler zinciri, kötü alışkanlıklardan arınma gayesi ile sunulan imkân olarak bilinmektedir. Kutsal topraklara gidip de eli boş dönen ile oralara gitmeden sevabına nail olan arasındaki farktır, insanın duygulu oluşu…
Oruç ise duygusuz insanın felaketi demektir. Çünkü oruç, merhameti hatırlatır. Duygusuz içinse bu kelime, kaybetmek anlamındadır. Oruç, sabırlı olmak için yapılan eylemlerden olsa da duygusuz insan için genellikle, töhmet[244] altında kalmamak için yapılması gereken eylemlerdendir. Duygulu insan içinse oruç, nefsi terbiye dersidir. Yıl içerisindeki yaşantısına balans ayarı niteliği taşır. Kabarmış olan nefse, istekleri konusunda sabırlı olmayı öğretir. İnsana, elindeki nimetlerin kıymetini bildirerek fakir insanın yaşantısını tattırır. Riya ve gösterişten uzak kalmasını, kötülüklerden kaçınmasını telkin eder. Duygusuz olanlar bunları anlamaktan muaftırlar.
Kurban, duygusuz birisi için ya kavurma partisidir ya da acımasızca yapılan bir kıyım; duygulu olan içinse, başkalarına kul olmamak için ya da hizmete sunulanı, hizmete verene teslim etmek için yapılan bir eylemdir. O’na, kurbanların kanları ve etleri değil, ancak kişilerin takvası ulaşır. Duygusuz olduğu için kurban kesmeyen, sosyal faaliyet adı altında gerçekleştirir kan dökme eylemini. Duygulu olup da kurban kesen, paylaşarak tamamlar canı cananına teslim etme görevini…
Duygusuz olan bir insan, mutlak anlamda Ahirete iman eder mi?
İşte bu ibadetler gibi kimliği oluşturucu etkendir, hissederek yaşamak. Parmakları ile hissedemeyen, beyni ile kimlik oluşturamaz. Nasıl ki kalp, müminin kimliği olan ruhunu iman ile duyarlı hale getiriyorsa; parmak da vücudun en hassas yerini teşkil etmek sureti ile kimliği oluşturmaktadır.
Bölümümüzün sonunda kısaca değinmek istediğim bir şey daha var. Materyalist zihniyette olanlar İslam’ı gerici olmakla suçlasalar bile, hayırlı olan her ilim yalnızca İslam’a hizmet edecektir. Bilimin kendi içinde yalnız hayra hizmet etmesi içinde, değerlerini İslam’dan alması gerekmektedir. Nitekim insanlara hizmet etmesine rağmen, halen insanlığın hayrına olmayan buluşlara da imza atılmaktadır.
İslam değerleri ile beslenmemek zihinleri maddeleştirdiğinden, bugünkü bilim, “insanlığa hizmet ediyor” olmasına rağmen, onları mutlu edememektedir. Çünkü bilim teknolojik gücünü, hayatı mutlu kılmak için değil, maddecilerin mutluluk tarifi olan tekniğe çevirme hizmeti için kullanmaktadır. Yani bilim, hayatın saadete dönüşmesi için değil, hayatın tekniğe dönüşmesi için mesai sarf etmektedir. Bu nedenle, İslami değerleri olmayan bilim dallarının hiç biri saadete ulaşmanın teorisini bile henüz oluşturamamışlardır. İslam’ın 1400 yıl önce haber verdiği ve inananlar tarafından hayata uyarlanan saadetin, bugünün biliminde teorisinin bile olmayışı bilimin, saadetten uzak bir çaba içerisinde olduğunu da ispatlar niteliktedir. İlerleyen zaman içerisinde kendini bulduran ayetler gibi, belki bir gün bu ayetin de değeri bilim çevresinde anlaşılır umudu ile saadetin formülünü de sonuç olarak yazmayı uygun gördüm.
[239] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. 8, syf. 439.
[240] Dizge, sistem
[241] Bir amaca ulaşmak için takip edilen yol ve yöntem
[242] Nizama sokma, düzene koyma, sıralama, düzenleme
[243] Altlık-üstlük ilişkisi
[244] Suçlama, kabahat
You Might Also Like
İslam Ve Bilim (Ampul’ün İcadı)
İslam Ve Bilim (Ay’a Yolculuk)
İslam Ve Bilim (Evrenin Gaz Halinden Oluşumu)