Kurban (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
CAHİLİYYE:
İnsan Kurbanı: Peygamber Efendimizin dedesi Abdulmuttalib’in, zemzem kuyusunun kazılması sırasında Kureyş ile karşılaştığı zorluklar sebebiyle, kendisini koruyacak yaşa gelen on tane oğlu olursa onlardan bir tanesini Kâbe’nin yanında Allah için kurban etmeyi adamış olması, cahiliye âdetinde insan kurban etmenin varlığını gösteren bir delildir. Bilindiği gibi bu dileği yerine geldikten sonra Abdulmuttalib, çekilen kura Peygamberimizin babası Abdullah’a isabet ettiğinde adağını yerine getirmeye kalkışmış, fakat Kureyşliler böyle bir âdetin yerleşmesinden çekinerek, kendisine engel olmuşlardı. Daha sonra Abdullah’ın yerine 100 tane deve kurban edilmişti.[660]
Bu dönemde Sabahyıldızı’na bir insan veya bir deve sunulduğu da kaydedilmektedir. Bunu yapanların Sabiiler (Yıldıza tapanlar) olması muhtemeldir. Wellhausen[661], Cahiliye döneminde oğlan ve kızlar ile esirlerin el-Uzzâ’ya kurban edildiklerini ileri sürmektedir.[662]
Putlara Kurban: Cahiliye döneminde putların yanında kurbanlar kesilirdi. Kesilen bu kurbanlardan büyük pay, küçük ilahlar için ayrılırdı. Bu gerçeği ayeti kerime şu şekilde açıklamaktadır: Onlar Allah’a, O’nun yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan sınırlı bir pay ayırdılar. Asılsız saplantıları uyarınca “Bu Allah’ın bu da O’na koştuğumuz ortakların payıdır” derler. Fakat koştukları ortakların payı Allah’a geçmezken, Allah’ın payı bu ortaklara geçebiliyor. Ne kötü hüküm veriyorlar.[663]
Cahiliye halkı kabir başlarında da kurban kesmekteydi. İyi bir kimsenin kabri başında bir deve boğazlar ve “Biz, onun dünyada yaptıklarına karşılık kendisini mükâfatlandırıyoruz.” derlerdi. Bununla beraber Cahiliye Arapları, küçük ilahlara adakta bulunmak Allah’ın hoşuna gider, bu ilahlar Allah’ın huzurunda adak sahibine şefaatte bulunur, zannediyorlardı.[664]
İSLAM: Hz. Âdem (a.s)’ın çocuklarının adakları ile ilgili olarak bizlere ulaşmış olan bilgiler kurban kesme ya da adak sunmanın ilk insanla başladığını göstermektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: Ey Muhammed, onlara Âdem’in iki oğlunun gerçeğe dayalı hikâyesini anlat. Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı da birinin kurbanı kabul edilmiş öbürününki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen kardeşine «yemin ederim ki seni öldüreceğim» deyince öbür kardeş şöyle dedi; «Allah sadece takva sahiplerinin ibadetlerini kabul eder. Eğer sen öldürmek amacı ile elini bana doğru uzatacak olursan ben öldürmek amacı ile elimi sana doğru uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım. İstiyorum ki, hem kendi günahını hem de benim günahımı yüklenerek cehennemliklerden olasın. Zalimlerin cezası budur. Buna rağmen öbür kardeş ihtiraslarına boyun eğerek kardeşini öldürdü ve böylece hüsrana uğrayanlardan oldu. Bunun üzerine Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gözlerden saklayacağını göstermek üzere ona toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kardeş katili, eşinen kargayı görünce «Yazık bana, şu karga kadar olup kardeşimin cesedini gömemiyor muyum?» dedi ve arkasından ettiğine pişman olanlardan oldu.[665]Sonrasında insanlara, kurban kesmenin Allah’ın dininin işaretlerinden olduğu bildirilmektedir. Her ümmet için, Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine ismini ansınlar diye kurban kesmeyi meşru kıldık. İşte sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. Şu hâlde yalnız O’na teslim olun. Alçak gönüllüleri müjdele! Onlar, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperen, başlarına gelen musibetlere sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayan kimselerdir. Kurbanlık büyük baş hayvanları da sizin için Allah’ın dininin nişanelerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. Onlar saf saf sıralanmış dururken (kurban edeceğinizde) üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üzerlerine düşüp canları çıkınca onlardan siz de yiyin, istemeyen fakire de istemek zorunda kalan fakire de yedirin. Şükredesiniz diye onları böylece sizin hizmetinize verdik. Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele. Şüphesiz, Allah inananları savunur. Doğrusu Allah hiçbir haini, nankörü sevmez.[666]
Bu gün itibariyle hac mevsiminde icra edilen ve Peygamber Efendimiz tarafından dini bir vecibe olarak tebliğ edilen kurban ibadetinin temelleri Hz. İbrahim (a.s) ile oğlu arasında vuku bulan hadiseye dayanır. Bu olayı Kuran-ı Kerim şöyle haber verir: Böylece (çocuk) onun yanında koşabilecek çağa erişince (İbrahim ona): “Oğlum” dedi. “Gerçekten ben seni rüyamda boğazlıyorken gördüm. Bir bak, sen ne düşünüyorsun.” (Oğlu İsmail) Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah, beni sabredenlerden bulacaksın.” Sonunda ikisi de (Allah’ın emrine ve takdirine) teslim olup (babası, İsmail’i kurban etmek için) onu alnı üzerine yatırdı. Biz ona: “Ey İbrahim” diye seslendik.“Gerçekten sen, rüyayı doğruladın. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz.” Doğrusu bu, apaçık bir imtihandı. Ve ona büyük bir kurbanı fidye olarak verdik. Sonra gelenler arasında ona (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. İbrahim’e selam olsun. Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz o, Bizim mümin olan kullarımızdandır.[667]
GÜNÜMÜZDE: Önemini ve gayesini iyi anlamamız için, kurbanın ilk olarak gerçekleştirildiği zamana bir göz atmamız gerekmektedir. Kabil ile Habil’in aynı kızı istemelerine babaları Âdem (a.s.) kızarak: “Gidiniz (ikiniz) ve hükümlerinizi kurban etmek sureti ile Allah’a havale ediniz, muhakeme olunuz. Hanginizin kurbanı kabul olursa, o buna daha haklıdır.” buyurdu. Bunun üzerine onlar, Mina’da kurbanları kestiler. Bundan dolayı orası bu güne kadar insanların, hayvanlarını boğazlama yeri oldu. Bunun sonucunda kurbanın kabul edilmediğini öğrenen Kabil, verilen hükmü kabul etmeyerek kardeşi Habil’i öldürdü.[668] Sonra Kabil, öldürdüğü kardeşini nasıl saklayacağına çare bulmakta aciz kaldı. Bunun üzerine Allah (c.c.), ayeti kerimenin de belirttiği gibi toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. Kabil, hatasını anladı. Artık babasının yanına gidemeyeceği için, kızı da yanına alarak Aden’in şark taraflarında bulunan Yemen vadilerinden bir vadiye geldi ve vefat edene kadar da orada saklandı.
Bu olay iyi analiz edildiğinde dünya sevgisi, kurban ve muhakeme gibi meselelere ölçüyle yaklaşılmadığında haset, ölüm ve pişmanlık gibi sonuçların da peşi süre gelmekte olduğu görülmektedir. Dünyevi bir olayda karar kılınması için Allah’ın önünde muhakeme olmak maksadı ile bir hayvan kurban edilmiştir. Verilen hükmün beğenilmemesi ile oluşan hasetten kaynaklı olarak da bu olay bir insanın daha kurban edilmesi ile sonuçlanmıştır.
Meseleyi çözmek için Allah’ın hükümleri ile muhakeme olan da, hükmü beğenmeyip şeytani bir düşünce olan tagutun muhakemesi ile amel eden de aynı insandır. Tağutun muhakemesi sonrasında oluşan haset ise insana, kendi kardeşini bile öldürmenin doğru olduğu fikrini vermiştir. Bütün bunları yapansa, bilgi bakımından bir ölüyü bile nasıl saklamaya güç yetiremeyen bir aklın sahibidir. Tağut ile muhakeme olanların akılları da, maksatları da budur. Haram-helal çizgisi olmayan tağutî düzenlerde yapılan muhakemeler, insanın dünya hayatını zelil olarak sürdürmesine yol açmaktadır. Bunlar, tıpkı Kabil gibi cenazenin nasıl saklanacağını bilmekten acizdirler. İçlerinde ölüsünü yakanlar, külünü savuranlar, sala bağlayıp denize bırakanlar veya ölümsüzleştirme inancı ile mumyalama yapanlar bile bulunmaktadır. ‘‘Yaşadı, rızkı bitti ve öldü’’ gerçeğini kabullenerek, insanı toprağa gömmekten acizdirler. Tek dünyalı yaşam üzerine kurulmuş olan seküler[669] mantık, İslam’ın getirmiş olduğu kuralların hikmetini anlayamaz. Yalnız kendisine ziyafet için kurban kesenler de, hayvanın neden kesildiğini bile bilmeden eleştirenler de bu kabildendir. Bu zihniyetin atası da Kabil’dir. Kurbanı ibadet olarak görmeyen insan, zamanla kendi soyundan gelenleri ibadet niyeti ile kurban etmeye başlayacaktır.
Günümüzde de masum insanları kendi inançları uğruna öldürerek kurban edenler oldukça fazla sayıda bulunmaktadır. Bu gözle dünyaya baktığınız zaman, kurban kesmeyen toplumların sürekli insan tüketimi ile uğraştıklarını göreceksiniz. Bu insanların başka ilahlar edinmeleri ve insanlığı katletmelerinin temel sebeplerinden birisi, hayvanları kurban etmemeleridir. Bu vahşilikleri, kan sporuna olan düşkünlükleri ile de belirginleşmektedir. Nasıl ki cihad savunmaya yönelik bir var oluş eylemidir; kurban da insanların öldürülmemesi gayesine hizmet eden bir oluşumu simgelemektedir. Şirkin oluşumu da zaten yaradılış gayesini bozma düzeneği ile ortaya çıkmaktadır. Eğer varlığı yaradılışına uygun olarak kullanmazsa halife tayin edilen insan, varlığa verilen haksız değer ile şirkin tohumlarını atmış olur. Hangi varlık olursa olsun ana kural budur. İneğe tapanın aklı da, insana tapanın aklı da budur. Sorun bakalım hatırlarlar mı, gerçekte karmaşık bir sudan meydana gelen aciz birer mahlûk olduklarını…
İşte bu kurbiyet[670] meselesi, bizlere neden yaratıldığımızı ve niye yaratıldığımızı unutmamamız için sunulmuş, tekrar edile gelen bir ibadettir. Kurban, teslimiyete vesiledir. İslam’da kurbanın, Allah adına kesilmesi şartı değil; Allah’tan başkası adına kesilmemesi şartı aranır. Allah’ın ismi ile niyet edilmesine rağmen O’nun değil, kullarından bir takım insanların rızalığı ve hoşnutluğu gözetilerek kesilen çok kurban vardır. Kurban, ibretler barındıran hayvanların verdiği en büyük derstir. Bu hayvanlar halleri, tavırları ve yaşantıları ile bizlere şunları anlatmaktadır:
Yer ve gök, içindekiler ve ben, sizlerin hizmetine sunulmuşken, peki ya siz kime hizmet ediyorsunuz?
Yoksa alnınıza vurulmuş ölüm mührünü görmüyorsunuz da, boynumdaki halkadan dolayı mı öldürülüyorum sanıyorsunuz?
Kimileri de, belki bilmeyerek bazı kabir ve türbelere kurban adamaktadırlar. Bunu yapanların çoğunluğu ise yine cahiliyye de olduğu gibi şefaat ümidi ile hareket etmektedirler. Bu tarz eylemlerin Allah’ın rızasını kazanmaya hizmet etmediğini bilmemektedirler. Bu konuda da en güzel cevabı Allah Resulü (s.a.v.)’nün bir hadisi şerifinden öğrenelim.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: Ölünün arkasından mezar başında hayvan boğazlamanın İslam’da yeri yoktur.[671]
Kurban lügatte, Arapça k-r-b kökünden türemiş masdar olması itibariyle, “manen yaklaşmak, yakın olmak manalarına geldiği gibi, aynı kökten türemiş isim olarak ise “kulu Allah’a yakınlaştıran vesile” manalarına gelir.
[660] İbn Hişam, Sire, 1,160–164
[661] İslam bilimcisi Julius Wellhausen (1844–1918)
[662] Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2. Cilt, syf.52
[663] Enam suresi, 136. Ayet
[664] Nedvî, Asr-ı saadet (tebligat ve talimat), I, 294
[665] Maide suresi, 27–31. Ayetler
[666] Hacc suresi 34–38. Ayetler
[667] Saffat suresi 102–111. Ayetler
[668] İbni Kuteybe, El maarif, Hasan Ege, Şelale yayınları syf.20
[669] Türk dil kurumu sözlüğü sekülarizmi “dünyacılık” olarak tanımlamakta ve Türkçeye Fransızca “sécularisme” sözcüğünden türeyerek geçtiğini belirtmektedir. Yine Türk dil kurumu “dünyacılığı” ise şu şekilde tarif etmektedir: “bireysel katılımı önemli gören, dinin devletten ayrı ve özerk olmasını savunan öğreti, sekülarizm”
[670] Yakınlık, iman ve ibadetle Allah’a manen yakın olmak
[671] Ebu Davud, sünen, cenazeler, mezar başında hayvan boğazlamanın sakıncası, h. No: 3222; Beğavî, şerh el-Sünne, cenazeler babı, ölünün yakınlarını yedirme, c. 5, syf. 461
You Might Also Like
Teşeüm (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
Matem (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
Şirk (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)