Gözün gördüğü kelime veya rakam gibi kodlamaları kendi lisanı ile okur insanoğlu.

Bir cadde tasvir edin zihninizde… Caddelerin yanında bulunan binalara konulmuş reklâmın hizmet alanını, ait olduğu şirket adını veya mesajını düşünün. Gördüğünüz arabaların iki harf üç rakamlı ya da üç harf iki rakamlı plakalarını… İçeride yürütülmekte olan mesleğin kapsamını açıklamak için asılı duran dükkân tabelalarını… Sehpa da duran gazetenin manşetini, televizyonda alt yazı ile verilen son dakika haberlerini düşünün…

Gün içerisinde okuduğumuz ne kadar çok şey var değil mi?

Belki de bu gözle hiç bakmamıştınız. Hatta bu açıdan değerlendirilince “Ne kadar çok şey okuyormuşum.” diyenimiz bile olur. Şimdi bu duruma gerçekten çok mu okuyoruz, yoksa çok mu bakıyoruz diyeceğiz. Acaba baktığımız için mi okuyoruz, yoksa okumak için mi bakıyoruz?

Baktığımız için okumuş olsa idik, görme özürlü insanlar hiçbir zaman bir kitabın sonunu getiremezler, cehalet ile birlikte anılmaya da mahkûm olurlardı. Oysaki gözleri görmeyen bilginler var olmasına rağmen, gözleri gören birçok cahil vardır. Görerek okumak bir kolaylık veya avantaj olarak değerlendirilebilir, ama okumanın şartıdır denilemez.

Okumak için bakmayı ele aldığımızda ise bunun bakmasını bilen için büyük anlamlar taşıdığını görürüz. Okumak için bakmak bu kişi için yalnızca anlam taşımakla da kalmaz, okumak için bakan bu insan okuyarak anlamlar çıkardığı gibi, kendi kapasitesi doğrultusunda yaşamına aktaracağı bilgilere de ulaşır. İşte burada okumak için bakan insanın samimiyeti devreye girer. Aslında bakmak için değil, anlamak için okumak, samimiyeti de mana olarak peşi sıra getirir. Çünkü okunan okuyanın gereksinimlerini karşılayıcı unsurlarla dolu bile olsa, yaşama aktarılacak bilgi samimiyetle ölçülenir. Ne kadar samimiyet varsa, o kadar uygulanacak bilgi çıkar. Kişi bilgilerini hayatına ne kadar uygularsa o kadar istek doğar; ne kadar istekte bulunursa o kadar mutluluk ve refah sağlar. Ya samimiyet olmadan okunan bilgiden ne çıkar?

O zaman da uygulamadan ziyade satışa veya sunuma hazır malzeme çıkar. Kişinin kendisine faydası olmayan bilgi de zaten satışa sunanın değildir. Bu, ticari mantık ile alınmış bir mala benzer. Bedelini veren onu alır. Satılmamış olsa bile satışa çıktığından ötürü o bilgi onun değildir. Ve kişinin kendisi de onunla anılan bir şey olmaktan çıkmıştır. Oysa bilginin satılmaya ihtiyacı yoktur. Her şey paylaştıkça azalmaya mahkûmdur, fakat yalnızca bilgi paylaşıldıkça bir çoğalma gösterir. Bunun için satılmaya da ihtiyacı yoktur. Satılmaya ihtiyacı olmayan bilgi satışa çıkınca anlamı öleceği gibi, bu bilginin ihtiyacı olan şey paylaşılmaktır, ihtiyaç duyan biz olmak suretiyle. İşte bu sebepten ötürü, bilgisini satışa çıkaranlara âlim muamelesi yapılmamalıdır. Âlim bilgisini satmaz; satarsa da âlim olmaz. Çünkü âlim, sorumluluk duygusu taşıyan, bildikleri ile amel edip ihtiyacı olanlarla paylaşan insana denilir.

Bakmak ile oluşacak anlam yaşamla vücut bulmadıkça, insan için geçerli kabul edilen bir doğru olmaz. Okumak ile hayatın bütünleşmesi ise yalnız bakmayı manalaştırmakla kalmaz, anlayarak bakmayı da sağlar. Bu bağlamda anlamanın nasıl gerçekleşeceğini bizlere Kuran- Kerim şöyle haber vermektedir.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

Muhakkak ki bunda (Kuran’da) kalbi olan veya hazır bulunup da kulak veren kimseler için bir öğüt bulunmaktadır.[303]

Mesela bir insanın ezbere bildiği bir kitabı anlamama ihtimali var mı, diye sorulsa “Ezberlemiş ise nasıl anlamayacak, tabi ki anlamıştır.” cevabı gelir. Cevap mantıken doğrudur. Okuduğu kitaptan çıkarması gereken anlamı ezberlese ama o anlamı kendisi çıkaramasa yine anlamış sayılır mı, diye sorulduğunda bu sefer cevap doğal “hayır” olur. Çünkü anlaşılmayan, yalnızca ezberlenen bilginin hiçbir anlamı olmaz. Dikkat ederseniz iki örnekte de ezberlenmiş bir bilgi söz konusu. Bazen insan bir kitabı ezberlese bile de kitabı anlamış olmaz. Bunun için okumak, anlamak ile ayrılmaz bağ içermelidir. Anlamadıktan sonra ezberlemenin, okumanın ya da zaman ayırmanın hiçbir manası yoktur.

İslami olarak ele alındığında ise Kur’an-ı Kerim’in mesajından haberi olmayan, fakat ayetleri ezberlemiş hafız ve bilginler (!) bulunmaktadır. Bu insanlar Kuran-ı Kerim’i ezberledikleri için “anladım” zannı ile hareket ederek, kitaptan bilgiler aktarırlar. Bu bilgileri dinleyip, söylenenleri doğru kabul edenler ise yanlış bilgilendirmeye maruz kalmaktadırlar ve öğrendiklerini uygulamaya geçirme gayretindeki bu inançlı insanlar felakete mahkûm hale getirilmektedirler. Gerçekten inançlı insanlar için bu çok büyük bir ziyandır. İşte okumak ile anlamanın, bakmak ile görmenin kişiye ve topluma olan fayda ve zararları bunlardır. Peki, biz bu insanların ezberlerini temel olarak almadan, doğruyu söyleyenin kim olduğunu nasıl anlayacağız, derseniz, Kur’an-ı Kerim şöyle cevap vermektedir.

ALLAH (c.c) şöyle buyuruyor:

Gerçekten insan, ziyandadır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna. [304]

Evet. Gerçekten insan ziyandadır. Ziyanda olmamak için salih amel işleme ve bununla birlikte hakkı ve sabrı tavsiye etme metodolojisini[305] bir düzen olarak getiriyor Kuran. İnsanları da ezber yaptıkları zaman değil, bildiklerini yaşamlarına salih amel olarak uyguladıkları ve söylemlerinde hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri zaman bilgili olarak kabul etmemi gerektiğine işaret ediyor. Bu ayetler, doğru bilgi sahibini tespit yönteminden de öte, toplumların refaha ermesi ve yükselişindeki temel unsurları barındırmaktadır ve bizlere toplumun ıslah formülünü de çok açık bir şekilde vermektedir. Toplum ancak içimizden salih amel işleyip, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerle ıslah olur, demektedir. Tüm insanlığın birey, aile ve toplum olarak içinde bulunduğu mevcut sıkıntıdan da kurtulma reçetesini vermektedir. Dünyanın toplumsal yozlaşmalara uğraması, ahlakın çöküşü, şiddet, huzursuzluk ve bireysel sürdürülen mutsuz yaşamın… Hepsinin temeli bu sistemin uygulanmayışındadır; Salih amel+ hakkı+ sabrı tavsiye.

Yeryüzündeki en tehlikeli canlı bilgisiz insandır. Çünkü yaratılış amacına uyması için insanın Rabbini tanıyıp onu bilmesi, haramlarından kaçınıp helalleri ile yaşam çizgisini düzenlemesi gerekir. Bunu uygulamayan insandan her şey beklenir. Bunun için yüzyıllarca beklenilen Peygamber Efendimize (s.a.v.) gelen ilk emir, İKRA (OKU) oldu. Efendimizin okuma-yazması olmadığını en iyi bilen Allah (c.c.) olduğu halde, gelen ilk ayetin “Oku” oluşu oldukça düşündürücüdür.

Burada anlaşılması gereken en önemli şey okumanın önemidir. Çünkü ayetler ümmi bir Peygamber üzerinden tüm insanlığı uyarmak için gelmektedir. Yaratıcının görevli melek vasıtasıyla insanlığa verdiği bu mesaj “Yaratıldığın şeye bir bak,” diye devam ederken, neden yaratıldığını unutarak yaratıcıya karşı gelen insanların “oku” emrine uymadıkları bildirilmektedir. Ve sonrasında, şükrün kime yapılacağı bildirilircesine, insana bilmediğini bildirenin ve kendisine kalem ile yazmayı öğretenin kim olduğu aktarılmaktadır. Çünkü kendisine bildirilen ve öğretilenin haricinde, insan bir hiçtir. En doğrusunu, Allah (c.c.) bilir.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

Bismillahirrahmanirrahim. Oku! Yaratan Rabbinin adi ile. O, insani bir embriyodan[306] yarattı.  Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.[307]

Küfre, zulme, merhametsizliğe ve adaletsizliğe sabırla geçirilen yüzyıllar içerisinde sürekli olarak yolu gözlenen bir insan üzerinden Allah’ın ilk olarak bu ayetler ile insanlığa konuşması, insanlığın içinde bulunduğu gafletin sebebini de özetlemektedir. “Oku!”, ama başkalarına güzel görünmek için değil; makam, şöhret sahibi olmak için değil; bilenden ayrı tutulan bir bilgiye erişmek için değil, “Yaratan Rabbinin adı ile…” Oku…

Yapılması gerekenleri özetler nitelikte verilen bu haber üzerinde tefekkür etmek bizleri de şu sonuçları çıkarmaya sevk etmektedir.

“Oku; ehli kitaptan olanlar okumadılar. Onlar gibi olma…” diyor Kuran-ı Kerim, geçmiş ümmetlerin sapkınlık sebeplerini de özetleyerek.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

İçlerinde bir takım ümmîler vardır ki, Kitabı bilmezler. Bütün bildikleri kulaktan dolma şeylerdir. Onlar sadece zan ve tahminde bulunuyorlar. [308]

“Oku; okumazsan bilgili gözükenleri (salih amelden uzak ama ezberi fazla olanları) ilah edinirsin…” diyor bir diğer anlamıyla da…

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilahlar) edindiler ve Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir İlah’a ibadet etmekten başka bir şeyle emir olunmadılar. O’ndan başka İlah yoktur. O, bunların şirk koştukları şeylerden Yücedir.[309]

“Okumazsan ‘okudum’ diyenlerin yanlışlarını doğru olarak kabul edebilirsin; onlara tabi olmayı da Allah’a tabi olmak zannedebilirsin…” diyor belki de.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. Onu bırakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah ayrılığa düştükleri şeyler konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve nankör olanları doğru yola iletmez.[310]

“Oku, yoksa cahillikte ehilleşirsin ve evvelki din mensupları gibi Kuran lafzını ve manasını çarpıtmaya başlarsın…” diye de uyarıyor.

ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:

Kimi Yahudiler, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar ve dillerini eğip bükerek ve dine bir kin ve hınç besleyerek: “Dinledik ve karşı geldik. İşit, -işitmez olası- ve ‘Raina’ bizi güt, bize bak” derler. Eğer onlar: “İşittik ve itaat ettik, sen de işit ve Bizi gözet” deselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olurdu. Fakat Allah, onları küfürleri dolayısıyla lanetlemiştir. Böylece onlar, az bir bölümü dışında, inanmazlar. [311]

İnsan olarak biz nerede yanlış yaptık, sorusunun cevabıdır İKRA.

Yeni bir elektronik cihaz aldığınızı düşünün. Hayatınızı kolaylaştırsın diye tabiî ki. Bu cihazın nasıl çalıştığını anlamak için iki yolunuz vardır: Birincisi, bu cihazı kullanan birisine danışıp teknik bilgiler alıp, deneme yanılma yolu ile pratiğe dökmek; ikincisi ise kutusunun içine yerleştirilmiş olan kullanma kılavuzunu okumaktır. Eğer birincisini yaparsanız amacınıza ulaşabilirsiniz ve o cihazı alınış amacına uygun hale getirebilirsiniz, fakat cihazın yapılışına müsait olan bilgileri değil, kestirme yoldan ana unsurları ile kullanımınızı kolaylaştıran bilgileri edinirsiniz. Neden mi? Çünkü sorduğunuz kişiden aldığınız cevap aslında cihazı çalıştırmak için alınmış cevaptır ve doğruluğu kesin bir bilgi arz etmez. Hizmetinize sunulmuş bir cihazı tam bir potansiyel ile kullanıma el verişli hale getiren en uygun bilgiyi kullanma kılavuzu verir. Kılavuzda gerekli teknik ve donanımsal bilgiler, tanıtım ve kullanım bilgileri, cihazın özelliklerine dair tüketici sunumu ile birçok detaylı ve kâfi derecede açıklama net ve olabildiğince kısa şekilde yazılmıştır.  Bununla beraber başkasından aldığınız ve doğru zannettiğiniz bilgi, anlatanın bildiklerinden öteye ulaşmaz. Yani o bilgi ile hareket cihaz ile alakalı mutlak doğrulara değil, anlatan kişinin anlayış derinliğine varımı sağlar. Cihaz, doğrusu ve yanlışı ile sorulanın anlayışına terk edilmiştir. O kişi neyi, ne kadar anladı ise sizin de doğrunuz artık o olacaktır. Bugün Müslümanların içinde bulunduğu durum da, kullanma kılavuzundan uzak yaşam süren bu cihaz sahibinin durumundan farklı değildir.

Birilerinin anlayışına terk edilerek kullanma kılavuzuna başvurmadan ‘falanca diyorsa doğrudur’ zihniyeti ile yapılan eylemler, Allah’a sunulması gereken teslimiyetin muhtaç ve eksik bilgi sahibi olan birinin cehaletine bırakılışı, artık sıkça karşılaşılan durumlardan olmuştur. Hatta “Biz kimiz ki kullanma kılavuzunu anlayalım?”, “O, bizim ile kullanma kılavuzu sahibi arasındakilerin anlayacağı bir kitaptır.” bile diyenler mevcuttur. Her halde şuursuzluğun yol açtığı en alt tabana ve cahillikte varılacak en üst tavana bu sözlerle ulaşılmış oluyor. Demek okumayı denedin ve kitabı anlayamadın, öyle mi? 

Bir köyün bulaşıcı bir hastalığa yakalandığını ve çok büyük sıkıntılar çekmekte olduğunu farz edin. Bunca sıkıntıya karşın hastalık için imal edilmiş ilacın evlerinde bulunmakta olmasına rağmen kullanmadıklarını da düşünün. Köy halkının bu hastalıktan dolayı perişan halde sıkıntı çekmesine rağmen ilacı kullanarak bu hastalıktan kurtulmama nedeni hakkında ne düşünürsünüz? İki seçenek vardır: Ya evlerindeki o ilacın bu hastalık için üretildiğini bilmiyorlar ya da onun şifa vereceğine inanmıyorlardır. Başka bir seçenek mümkün değildir. Bu kadar insan aynı anda aynı hastalığa yakalanmışken, gerekli ilaç her birinin evinde hazır bulunuyorken ve kendileri bunu biliyorken, bu insanların bu ilacı kullanmamasının başkaca izahı olamaz. İşte günümüzde Müslüman’ın hali de tıpkı bunun gibidir.

Örnekteki köy halkı İslam ümmeti, bulaşıcı hastalıkları okumamaları, ilaçları ise Kuran-ı Kerim’dir. Tüm dünyada Müslümanlar fakir, zelil, cahil ve tepkisiz yaşamlar sürerken evlerinde bulunan Kuran-ı Kerim’i yine de kullanmıyorlarsa, ya Kuran’ın şifa verdiğine inanmıyorlardır ya da şifa verdiğini bilmiyorlardır. Bu inançsızlığı- bu mantıktaki insanlara Müslüman denemeyeceği malum da olsa- biz bilgisizlik olarak kabul etmeyi tercih ediyoruz. Bütün anlatımlarımızda belirttiğimiz gibi bizleri zaten bu bilgisizlik bu hallere getirmiş bulunmaktadır.

Müslümanlar, artık modern zihniyetin değerleri ile beslenip o değerler ile yaşamlarına şekil vermekte, meselelerini de yine o anlayış içerisinde çözmektedirler. Hâşâ bu dinin kitabı, Peygamberi yok mu? Her hangi bir meselenin çözümü hakkında kâfi derecede bilgi sunulmamış mı ümmete? … Bir kez olsun bakıldı mı acaba? Böyle bir fikirle geçirilen ömür sonrası Rabbinin huzuruna çıkmış olsa, bu durumu hangi mazeret ile açıklayabilir insan? Yazık ediyoruz, yazık. Değerlerimize, inançlarımıza, ailemize ve gelirimize çok yazık ediyoruz. Sürekli olmak kaydı ile az bir zaman ayırarak Allah (c.c.)’ın kelamını aracısız ondan öğrenelim. Öğrenmiş olduklarımızı ise yaşamla buluşturmaya gayret edelim. O zaman hayat daha başka şekilde anlamını bulacaktır. Zira Hz. Ali (r.a.)’nin buyurduğu gibi: “Anlamayarak yapılan ibadette ve düşünülmeden gerçekleştirilen kıraatte hayır yoktur.”

Her hangi bir kullanma kılavuzunda olması gereken bütün kuralları, rehberimiz olan Kuran-ı Kerim’i daha iyi anlama gayesiyle dine uyarlayacağız. Bunun için Kuran-ı Kerim’i bir kullanma kılavuzu gibi maddelere ayırarak onun aracısız da anlaşılabilir olduğunu göstereceğiz ve ayetlerin eşliğinde neyi-nasıl kullanacağımızı açıklamaya çalışacağız.

[303] Kaf suresi, 37. Ayet

[304] Asr suresi 2–3. Ayetler

[305] Yöntem bilimi, yöntem, yöntem arayışı

[306] Aşılanmış yumurta

[307] Alak suresi, 1–5. Ayetler

[308] Bakara suresi, 78. Ayet

[309] Tövbe suresi, 31. Ayet

[310] Zümer suresi, 3. Ayet

[311] Nisa suresi, 46. Ayet