Şirk (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
CAHİLİYYE: Cahiliye dönemi Arapları, Amr b. Luhayy’dan sonra telbiyelerine şirki karıştırmışlardı. Kaydedildiğine göre, Kureyş, Kinane ve Huza’a kabileleri, “Buyur Allahım, buyur! Buyur, senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin.” şeklinde telbiye ediyorlardı.[610] Araplar, bu şirk dolu telbiyelerinde, Hübel ve İsaf adlı putları kastederlerdi.[611]
Bunun gibi daha birçok şirk çeşidi içindelerdi. Bunların hepsine örnekler vermek mümkündür. Bu konuyu, açıklayıcı olması bakımından âlimlerin ele aldığı şekli ile detaylı olarak işlemeyi uygun görmekteyiz. İslam’ın önemle üzerinde durduğu bu meseleyi âlimler, beş şekilde ele almışlardır.
Şirk-i istiklâl[612]: İki ilahın birden varlığına inanmaktır. Zerdüştlük, bu inanç kapsamı altına girmektedir.
Şirk-i teb’iz[613] : Bir Allah’tan kaynaklanan üç ilâhın varlığına inanmaktır. Hristiyanlık bu inanç kapsamı altna girmektedir.
Şirk-i takrîb[614]: Allah’ın bir olduğunu kabul etmekle beraber, Allah’a yakınlık sağlamak için aracılar kabul etmektir. Kısaca uzak Allah inancı denilebilir. Allah’ı, kendisine yaklaşılması mümkün olmayan bir varlık olarak gördükleri için, kutsiyet barındırdıkları nesnelere olan bağlılık ve sadakatleri sonucunda Allah’a yakınlık sağlayacağına inanmaktır. Putperestlik bu inanç kapsamı altına girmektedir.
Şirk-i taklîd[615]: Ataların dinine yanlış da olsa inanmak, onların yanlış inancını taklîd ederek şirk koşmaktır. Yahudilik, bu inanç kapsamı altına girmektedir.
Şirk-i esbâb[616] :Maddenin sebep sonuç ilişkisine dayandırılması sonucunda oluştuğu inancı hâkim olduğu için, Yaratıcıyı inkâr eder. Ateizm, bu inanç kapsamı altına girmektedir.
İSLAM: İslam dininde de her yönü ile şirk ve diğer inançlar ele alınarak, bu inançların yanlışlarına dikkat çekilip gereken cevaplar şu şekilde verilmiştir.
Şirk-i istiklâl: Allah, “İki ilah edinmeyiniz, o tek bir ilahtır, yalnız benden korkunuz” dedi.[617]
Şirk-i teb’iz: Allah üçün üçüncüsüdür diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Tek Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer onlar bu dediklerinden vazgeçmezler ise onların içinde kâfirleri başlarına acıklı bir azap gelecektir.[618]
Şirk-i takrîb: O’ndan başka dostlar edinerek, “Onlar bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz” derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde hüküm verecektir. Allah, yalancı, inkârcı insanı doğru yola iletmez.[619]
Şirk-i taklîd: Onlara; “Allah’ın indirdiklerine uyun” denilince; “Hayır, biz atalarımızdan gördüklerimize uyarız” derler. Peki, ya onların ataları hiçbir şeyi düşünemeyen, doğru yolu bulamamış kimseler idiyse de mi öyle yapacaklar?[620]
Şirk-i esbâb: Onlar “Hayat, sadece dünyadaki hayatımızdan ibarettir, bir daha diriltilecek değiliz” dediler. Onları Rabblerinin huzuruna çıkarıldıkları zaman keşke görsen! Allah, onlara “yeniden dirilmek gerçek değil miymiş?” der. Onlar, “Rabbimiz hakkı için, evet” derler. Allah da onlara “O halde inkârcılığınızdan dolayı azabı çekiniz” der. [621]
GÜNÜMÜZDE: Cahiliyye de mevcut olan inançların hepsi günümüzde de varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler.
Şirk-i istiklâl: Mecûsilik[622] veya Zerdüştçülük gibi temelinde iki ilah barındıran inançlar varlığını sürdürmektedir.
Şirk-i teb’iz: Bütünün parçaları olarak görülen üç ilah inancı, Hristiyanlar’ın teslis[623]inancında halen görülmektedir.
Şirk-i takrîb: Allah’a yakınlık sağlamak için, aracıların sözlerine bağlı kalan Putperestler de yine bu zamanda bulunmaktadır.
Şirk-i taklîd: Atalarının dinine taklidî biçimde bağlı olan Yahudiler, günümüzde de inançlarını aynı şekilde sürdürmektedirler.
Şirk-i esbâb: Yaratıcıyı inkâr eden Materyalist zihniyet, cahiliyyede olduğu gibi inançlarını sürdürmektedirler.
Tevrat’ta ve İncil’de tarif edilen, uzun yıllar beklenmesi sonrasında insanlar bu inançlar içerisinde iken gönderilen âlemlere rahmet Hz. Muhammed (s.a.v.) görevini hakkı ile yerine getirmişken, körü körüne devam eden karşıt inançlara bağlılık, çıkarılması gereken bazı sonuçlar vermektedir. Cahiliyye inancı içerisinde olanlara yaşantısı ile örnek olması gerekirken, “Müslümanım” demesine rağmen şirkin muhtevası hakkında bilgi sahibi bile olmayan insan sayısının çok oluşu ise durumu dehşet boyutlara çıkarmaktadır.
ALLAH (c.c.) şöyle buyuruyor:
De ki; Allah’ı bırakıp da bize ne faydası ve ne de zararı olan şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola ilettikten sonra tekrar eski halimize dönüp tıpkı belirsiz bir çölde şeytanların ayartıp şaşkın bıraktıkları ve arkadaşlarının -Bize gel- diye doğru yola çağırdıkları kimse gibi şaşkın mı olalım? De ki; rehberlik sadece Allah’ın rehberliğidir ve bize emredilen şey, âlemlerin Rabbine teslim olmamızdır.[624]
Şirk’in içerdiği bütün halleri bilmemiz gerekmektedir. Bunların en önemlisi de doğru yönleri anlaşılmasın diye saptırılan gerçeklerdir. Haberin geldiği yere bakmadan olduğu gibi kabul edilişi, varlığı ile yaşam bulmamız gereken bilginin içerisinde kaybolmamız demektir. Doğruluğundan saptırılmış bir bilgiyi ise sorgulamadan kabul edişimiz, o bilgiyi gerçek manadaki maksadından uzaklaştıracaktır. Bu hususta Kuran-ı Kerim şöyle buyurmaktadır. Ey inananlar! Size fasık (yoldan çıkmış) bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.[625] Şeytan ve dostlarının, “İnandım” demek ile Allah’a şirk koşulma ihtimalinin kalmadığını veya şirkin sadece putlara tapmakla sınırlı olduğunu aşılamaya çalışması, günümüzde araştırılmadan kabul edilen bilgilinin bizi getirdiği noktanın dayanağıdır. Şirkin çeşitlerini işlerken yaptığımız açıklamanın tam olarak anlaşılabilmesi için, kapsadığı alan bakımından iki şeyi iyi bilmemiz gerekmektedir. Bunlar, “RAB” ile “İLAH” kavramlarıdır. Bunların iyi bilinmemesi, şirke düşenlerin sadece örnek olarak verdiğimiz gruplarla sınırlandırılmasına yol açacaktır. Bir insanın, “Allah’a şirk koşmadım.” diyebilmesi için Rabb ile İlah kelimesi hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olması gerekmektedir. Aksi halde şirk batağının içinde bulunsa bile, aklın yetersiz bilgisinden kaynaklı, kalbine danıştığında temiz raporu aldığını zannedecektir. Bu zan ise kendi helakının oluşması için yeterli bir durum teşkil etmektedir. Önemine binaen bu iki kavramın kapsadığı alanlar, kısaca şu şekilde belirtilmektedir.
İbnu’l-Enbârî[626]‘ye göre Rabb’lık üç manaya gelir:
1. Mâlik olmak; yani tasarrufu, kudreti altında bulunan her şeyin yegâne sahibi ve idarecisi olmak. İşte sadece o Rabb, bütün onların sahibi, yöneticisi ve istediği gibi, ilmine ve iradesine uygun olarak tasarrufta bulunandır.
2. Kendine itaat edilecek, boyun eğilecek efendi anlamında ifade eden Rabb, Kur’an-ı Kerim’deki “Mevlâ” kelimesiyle eş anlamlıdır. Yine o Rabb, kendisine itaat edilecek, emirlerine uyulup, yasaklarından uzak durulacak yegâne, tek efendi anlamına da gelir.
3. Rabb; ıslâh eden, arıtıp, saflaştırıp, olgunlaştıran anlamındadır. Yani o Rabb, her şeyi düzelten, sivrilikleri, çıkıntıları tesviye eden, tam bir şekilde halden hale geçirerek düzenleyen, terbiye edendir. Bilindiği gibi Rabb kelimesinin asıl mânâlarından biri de “terbiye eden” anlamıdır.
Evren içerisinde gerçekleşen her olayın yaratılış ve yönlendirilişinde, Allah’dan başka etkin bir gücün olduğunu düşünmek ya da kabul etmek ile meydana gelen şirk çeşiti Rab lafzının muhatabadır. Rab demek, terbiye edip çekip çeviren, hüküm ve kanun koyan, derleyen toparlayan, sözü ve hükmü tutulmaya layık olan demektir. Ayeti kerimenin bildirdiği gibi: Bilesiniz ki, yaratmak da, emretmek de O’na mahsustur.[627]
Allah (c.c.), Mâliktir. Bu, tasarrufu altında bulunan her şeyin yegâne sahibi ve idarecisi olduğu anlamına gelir: Din gününün malikidir.[628]Bir damla sudan şekiller vermek sureti ile insanı yaratan, doğumu ile birlikte annesine yaşamsal gıdası olan taze ve ılık sütü veren, onu yürümeye ve konuşmaya meyilli olarak meydana getiren O’dur. Kim bunlar için özel bir çaba göstermiştir? Doğduğu andan itibaren savunma ve tepki mekanizması kurulu olduğu halde insanı yaratan ve iç organlarına, müdahil olunmaksızın mücadele içerisinde bulunan bakım onarım fabrikasını kurmuş olan O’dur. Kim bunlar için özel bir çaba göstermiştir? Büyürken yaşamı için gerekli olan oksijeni, toprağı yararak içine giren yağmuru ve sayısız nimetler ile topraktan türlü nebatları çıkaran O’dur. Kim bunlar için özel bir çaba göstermiştir? Islah eden, arıtan, doğru yola ileten, rızkı ve şifayı veren O’dur. Kim bunlar için özel bir çaba göstermiştir? O beni yaratan ve doğru yola iletendir. O beni doyuran ve içirendir. Hastalığımda beni iyileştiren O’dur. O, beni öldürecek ve sonra yeniden diriltecek olandır. Hesaplaşma günü günahlarımı affedeceğini umduğum da O’dur.[629]
Bu kulun aklına gelen veya gelmeyen bunca şeyi takdir eden bir Rab varken, gücünü bizlerden alan insanları Rab edinmenin akıl ve iman ile bağdaşır yanı var mıdır? Bu nankörlüğün hesabı muhasebe gününde verilebilir mi? Böyle olanlara: De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” De ki: “Allah’tır.” O halde de ki: “O’nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?” De ki: “Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?” Yoksa O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.[630]Mahşer gününde, dünyayı terk edip gidecekleri günden önce gücünü Allah azze ve celle den almayan insanlardan kaçınmalı ve onlara karşı varoluşumuzu simgeleyen bir duruş sergilemeliyiz. O mahşer gününde rab ve ilah tayin edilenlerin, tayin edenlerden kaçacağı şu şekilde açıklanmaktadır. Tıpkı ilk yarattığımızda olduğu gibi, bize yine yalnız başınıza geldiniz, size vermiş olduğumuz her şeyi arkanızda bıraktınız, üzerinde etkili ortaklarımız olduklarını sandığınız aracılarınızı yanınızda görmüyoruz, aranızdaki bütün bağlar kopuverdi, ortağımız sandığınız ilâhlar sizden uzaklaşıp kayıplara karıştı.[631]Allah (c.c.), itaat edilecek olandır. Amelde ve ibadette boyun eğilecek olandır. Emirlerine uyulup, yasaklarından uzak durulan, kendisine secde edilmeye layık olandır. Çünkü: Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse Allah onları içinde ebedi olarak kalacakları, altlarından ırmaklar akan Cennetlere yerleştirir. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.[632]Aksi halde rab, Allah (c.c.) olarak tayin edilmemiş olur. Allah’a itaat etmeyenlerin durumu ise Kuran- ı Kerim’de şu şekilde haber verilmektedir: Gerçekten Allah’a ve Resûlü’ne karşı (onların koydukları sınırları tanımayıp kendileri sınır koymaya kalkışmakla) başkaldıranlar, kendilerinden öncekilerin alçaltılması gibi alçaltılmışlardır. Oysa biz, apaçık ayetler indirdik. Kâfirler için küçültücü bir azap vardır.[633]Bununsebebi emretme ve yasaklama, helal etme ve haram kılma olarak başka bir merciinin tayin edilmesidir. Bunun için: De ki; “Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm tüm varlıkların Rabbi olan, Allah içindir.”[634]
İlah ise ibadet edilen, tapınılan nesnelerin ortak ismidir. İlâh kelimesinin kökü esas alındığında, tapmak, şaşırmak, bocalamak, himaye ve huzur ihtiyacı ile birisine teveccüh[635] etmek, aşırı sevmek, gizli olmak ve yüksek olmak manalarına gelmektedir. Burada tapmanın ne olduğunu kısaca anlatmak gerekmektedir. Tapmak, tutku ile sevip bağlanmak yani ilah kabul etmek demektir. İlah ise kendisine kulluk edilendir. Bugün insanlar, Allah’a yapılan kulluğun gereğini tam olarak bilmedikleri için, başkalarına yapılan tapınmaları da, kulluk olarak kabul etmemektedir. Bilgilendirme amaçlı, ilah kelimesinin kapsadığı alanları da kısaca açıklamaya çalışalım:
1) İlah, kişinin ibadete layık olarak belirlediği varlıktır. Ahiret gününe iman etmiş olan bir insanın ilahı ise yalnızca Allah (c.c.)’tır. Kuran-ı Kerim bu inancın sınırlarını, Müslüman olarak yaşanılması için, “La ilahe illallah (Allah’tan başka ilah yoktur)” ve “İyyake na’budu (biz ancak ve yalnız sana kulluk ederiz) şeklinde belirlemiştir. La ilahe illallah iddiasıyla, “Asla başka ilah edinmeyin” denilmektedir. Bu, hayatın her alanında ispat edilmesi gereken bir iddiadır. İlahını, Allah (c.c.) olarak belirleyen müslümanın, bunu ispat etmesi istenmektedir. İspatın gerekliliği ise fıtratın boşluk kabul etmemesinden kaynaklıdır. Bu, sınırları belirlenmiş bir inanç olmadıkça kulluğun muhakkak başka birilerine yapılabilecek olmasındandır. “Ben İlah tanımam” diyen Materyalistler bile bugün farkında olmadan Marks, Lenin, Mao v.b. gibi insanlara kulluk yapmaktadırlar. İyyake na’budu ise ispatı gereken iddianın kabul noktasını oluşturmaktadır. İspatın olmazsa olmaz temel taşı konumundadır. İlahın rızasını kazanmak için uygulanan en güzel eylemler zinciridir. Eylemin ilk aşaması ise namazdır. Bunun için de Resulullah (s.a.v.), namazın önemini “Dinin direği” addederek belirtmiştir.
2) İlah, her türlü gereksinimi karşılayıcı ilan edilen, ancak kendisinden yardım beklenen, rahmet, nimet ve kudret sahibi demektir. Bunu, müminin yol rehberi olan Kuran-ı Kerim’de öğretici ve terbiyeci olan Rabbımız bizlere “İyyake nestain” ve “Allahus samed” şeklinde bildirmektedir. İyyake nesteıyn (biz ancak senden yardım isteriz), her şeye güç yetirici ve gereksinimleri karşılayıcı, anlamındadır; senden başka güç yetirici olmadığı gibi senden başka kendisinden rahmet ve nimet beklediğimiz yoktur, Yarabbi demektir. Allahüs samed (her şeyin kendisine muhtaç olduğu fakat hiç kimseye muhtaç olmayan) hiç kimseden bir beklenti içerisinde bulunmadan, sürekli vermesine rağmen zenginliğinden eksilmeyen anlamındadır. Sahte ilahların böyle olması söz konusu bile olamaz. Ne verilirse verilsin kendisinin veya ideolojisinin beklentisinden dolayı verilmiştir.
3) İlah; rızası aranan, hoşnutluğu ve yakınlığı amaçlanan varlık demektir. İslam dininde, ilah bu manası ile her türlü riyakârlık ve sahtekârlık kapılarını kapatmaktadır. Zaten şirkin en büyük yasaklardan biri sayılmasının hikmeti de insan şerefinden olmasın diyedir. Yoksa hiç kimse Allah’a şirk koşarak (hâşâ) zatına zarar veremez. Bir insan “Rabbim Allah’dır” demesine rağmen riyakârlığa ve sahtekârlığa devam ediyorsa, burada tayin edilmeye çalışılan başka bir ilah vardır. Bu ilah, kendisinin veya bir başkasının nefsi olabilir. İki yüzlülük ya da gösteriş yoksa zaten, Allah’a yakın olmak ve hoşnutluğunu aramak, ihlâs ve samimiyet yollarını da kendiliğinden açacaktır. Gerçek ilahın hoşnutluğunu veya yakınlığını aramak kişiyi şerefli; riya ve sahtekârlık yaparak sahte ilahlara yaranma çabası ise kişiyi şerefsiz yapar. Kuran’ı Kerim, sahte ilahların tayin edilmemesi için hoşnutluğun ve yakınlığın nasıl sağlanacağını bizlere yaratılma maksadımızı hatırlatarak bildirmektedir. Muhakkak ki ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.[636] “Bana ibadet etsinler” sözünden maksat Allah (c.c.)’ı birlemektir. Allah’ın insanlığa en büyük emri olan tevhid işte budur. Kuran-ı Kerim, Allah’a ibadet edin, ona her hangi bir şeyi ortak koşmayın [637]derken, Allah ile beraber başka bir şeye ibadette ve itaatte bulunmanın ortak koşma olacağını haber vermektedir. İnsanlardan kimi de, Allah’tan gayrısına (hoşnutluğunu ve yakınlığı için) itaat ederler, O’na hükümde ve emirde ortak koşarlar ve bu ortak koştuklarını adeta Allah’ı severmiş gibi severler, muhabbet beslerler. Ama iman edenlerin Allah’a olan sevgileri bunlarınkinden çok kuvvetli, köklü ve devamlıdır.[638]ayetinde de nasıl ortak koşulduğu tarif edilmektedir.
4) “İlah” kelimesinin diğer bir anlamı da kulların hayatını disipline sokacak kurallar koyan ve hükmü uygulanmaya en layık bulunandır. Buna muhalif nemrutları Kuran-ı Kerim şu şekilde tarif etmektedir: Nefislerini ilah edinenleri gördün mü?[639]Buna mukabil onları dost edinenlerin durumunu da şu şekilde belirtmektedir: Allah dışında başka dostlar, başka dayanaklar edinenlerin durumu; ağdan örülmüş bir yuva edinen örümceğin durumuna benzer. Hiç kuşkusuz en dayanıksız ev, örümcek yuvasıdır. Onlar keşke bunun bilincine erselerdi.[640]
Cenâb-ı Hak, bâtılın peşine takılıp hakkı red ve inkâr edenlerin tutumunu tasvîr ederken çok düşündürücü bir misal veriyor. Şöyle ki: Bâtılın tutunduğu ip çok çürük ve zayıftır, tıpkı örümcek ağı gibi… Her an kopup yok olmaya mahkûmdur. Gelip geçen milletlerden bâtıl adına, küfür ve zulüm adına peygamberlere karşı cephe alıp harekete geçenlerin akibeti bunun çürüklüğünün açık delillerinden biridir. Ayrıca bilindiği gibi, örümcek ağını, kendini korumaktan ziyade avlanmak için örer de kendinden zayıf canlıların yolunu kesip onları ölüm ağına düşürmeye çalışır. Kuvvetli sinekler, güçlü haşere o ağı delip geçer, zayıfları ise takılıp kalır. Günümüzde de öyle değil midir? Zayıf iradeli, menfaatçi, kendi çıkarından başka kaygısı olmayan kişiler kısa zamanda ülkeyi sömüren dinsizlerin, maddeci ve sapıkların ağına yakalanırlar da son nefeslerini o ağda verme felâketine uğrarlar. İki çeşidi dışında örümceklerin hepsi zehirlidir. Yakaladıkları avlarını önce zehirleyerek öldürürler, sonra da emerler. Peygamber ve kitap tanımayan maddeci inkârcılar da kendilerine göre birtakım dernekler vücuda getirirler. Çok cazip fikirlerle ortaya çıkarlar. Örümcek ağı misali, tüzükleri çekici ve aldatıcıdır. Yakaladıklarını önce kendi idealleriyle zehirleyip mefluç[641] hale getirirler, sonra da ondan yararlanmaya başlarlar ve posa durumuna getirinceye kadar bırakmazlar.[642]
Bizler de Müslümanlar olarak, bu nemrutlara ve onların hükmünün uygulanmasını layık bulanlarademeliyiz ki: Allah’dan başka ilâh olduklarını sandığınız nesneleri çağırınız. Onların ne göklerde ve nede yeryüzünde zerre ağırlığı kadar bile etki ve egemenlikleri yoktur. Onların göklerin ve yerin egemenliğinde ne ortaklıkları ve ne de Allah’a yardımcı olmaları söz konusudur.[643]Çünkü: O’ndan başka ilah yoktur; O, hayy[644]dir, kayyûm[645]dur. Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama. Göklerde ve yerdekilerin hepsi o’nundur. İzni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir? O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. O’nun bildirdiklerinin dışında insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır, onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.[646]
Şirk: Şirk, hisse vermek demektir. Dinde ise Allah’a zatında, sıfatlarında, hükmünde, ulûhiyet, ibadet veya mülkünde ortağı, dengi bulunduğuna inanmak ve bunu benimsemektir.
[610] İbnü’l-Kelbî, Kitabul el- Esnam, syf.6; İbn İshâk, Sîre, syf.100
[611] İbn Habib, Muhabber, syf.311
[612] Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş
[613] Bölmek. Bölük bölük etmek, bir kısma ait etmek
[614] Yaklaştırma, yaklaşık
[615] Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak
[616] Sebepler, vasıtalar, vesileler, araçlar
[617] Nahl suresi, 51. Ayet
[618] Maide suresi, 73. Ayet
[619] Zümer suresi, 3. Ayet
[620] Bakara suresi, 170. Ayet
[621] En’am suresi, 29–30. Ayetler
[622] Ateşe tapan kimse, ateşe tapar; Zerdüşt dininden olan
[623] Hristiyanlık inancında baba, oğul (İsa) ve kutsal ruh (Ruh’ül Kudüs)’tan meydana gelen tanrı kavramıdır.
[624] En’am suresi, 71. Ayet
[625] Hucurat suresi, 6. Ayet
[626] Arap dili ve edebiyatı, kuran ilimleri ve hadis âlimi (d. 885- ö. 940)
[627] Araf suresi, 54. Ayet
[628] Fatiha suresi, 4.ayet
[629] Şuara suresi, 78–83. Ayetler
[630] Rad suresi, 16. Ayet
[631] Enam suresi, 94. Ayet
[632] Nisa suresi, 13. Ayet
[633] Mücadele suresi, 5. Ayet
[634] En’am suresi, 162. Ayet
[635] Yakınlık duyma, sevgi.
[636] Zariyat suresi, 56. Ayet
[637] Nisa suresi, 36 ayet
[638] Bakara suresi, 165. Ayet
[639] Casiye suresi, 23. Ayet
[640] Ankebut suresi, 41. Ayet
[641] Felçli
[642] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları: 9/4643-4644.
[643] Sebe suresi, 22. Ayet
[644] Ezelî ve ebedi diri olan
[645] Bütün varlığın idaresini yürütendir
[646] Bakara suresi, 255. Ayet
You Might Also Like
Miras (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
Zamana Tapma (Dehrilik) (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)
İçki (Cahiliyye-İslam-Günümüzde)