CAHİLİYYE: Cahiliyyede birçok uğursuzluk çeşidinin varlığına inanılırdı. Cahiliyye insanları hayvanları, eşyaları, günleri, insanları ve hatta gökteki yıldızların hareketini bile uğursuzluk sebebi olarak nitelendirmekteydi. Yüzlerce uğursuzluk çeşidi bulunmaktaydı. Örneğin tefe’ül, bir kısım olayları uğurlu saymak, onları hayırların başlangıcı olarak görmek ve iyiye yormak demektir. Teşeüm ise tefe’ülün tam zıddı olarak, bazı nesneleri ve hadiseleri uğursuz kabul etmek, olayları şerre yormak ve sürekli kötü ihtimalleri öne çıkarmak manalarına gelmektedir.   

Cahiliye Araplarınca değişik suret ve renkli şekillerde görünerek, insanları yoldan saptırıp helak ettikleri kabul edilen cin yahut şeytan­lardan bir cins olarak bilinen hayali varlıklara “Gûl” denirdi.[684] Bunların tenha ve ıssız çöllerde insana görünüp, insanı helâk edeceğine inanılırdı.[685] Bunun için ıssız yerlerde yolculuk yaparken“Bu bölgenin sahibine sığınıyorum.” diye izin isterlerdi.[686]

Baykuşu da uğursuz olarak görürlerdi. “Bir maktulün katilinden intikam alınmazsa, maktulün ruhu baykuş şekline girip kabri üzerinde, ‘Beni sulayın! Susuzluğumu giderin.’ diye feryat eder, intikam alındıktan sonra da uçup gider.” zannederlerdi.[687]

Kayan yıldızlar da büyük bir kimsenin doğumuna ya da ölümüne işaret olarak değerlendirilmekte idi.[688]

İSLAM: Bureyde (r.a.) şöyle anlatıyor:Resûlullah (s.a.v.) (halkın uğursuzluk çıkardığı) hiç bir şeyden uğursuzluk çıkarmazdı. Bir memur göndereceği zaman ismini sorardı, hoşuna giderse sevinirdi ve hatta bunun neşesi yüzünde görülürdü. İsimden hoşlanmazsa bu da yüzünden belli olurdu. Bir köye girecek olsa onun da ismini sorardı, hoşuna giderse sevinirdi, hoşlanmazsa, bu, yüzünden okunurdu.[689]

Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: Ne sirayet,[690]ne safer,[691]ne de hâme[692] vardır! Bunu işiten bir bedevi atılıp: “Ey Allah’ın Resulü! Öyle de, kumda geyik gibi olan develer, uyuzlu bir deve aralarına girince hepsine

uyuz bulaşması nasıl oluyor?” diye sordu. Resulullah şu cevabı verdi: Peki birinciye kim sirâyet ettirdi?[693]

 Hastalığın bizatihi sirayeti yoktur, eşyada uğursuzluk yoktur, Gûl deni­len bir şey de yoktur[694]

 Baykuş ötmesinde şer (kötülük) yoktur. Herhangi bir şeyde uğursuzluk da yoktur[695]

Bu bölümde yanlış olan bir kanaate de kısaca değinmek isterim. Hz. Peygamber’in “uğursuzluğun ka­dında, evde ve atta olduğunu” anlatan hadisini bazı çevreler, bilinçli ya da bilinçsizce sürekli olarak gündem meselesi yapmaktadırlar. Bu hadis, uğursuzluğun varlığını kabul etmek için değil, câhiliyye halkının o dönemde böyle bir inanca sahip olduklarını nakletmek­ içindir. Nitekim Hz. Aişe’nin naklettiği şu olay bunu açıkça ortaya koymaktadır: Beni Amir’den iki kişi, Hz. Aişe (r.a.)’nin huzuruna gelerek: “Ey Aişe, Ebu Hüreyre, Hz. Peygamber’in: Uğursuzluk, şu üç şeyde: Kadında, Evde ve Attadır” dediğini haber veriyor, ne dersiniz? di­ye sormuşlardı. Bunu duyunca, Hz. Aişe (r.a.) son derecede kızarak: Katiyyen Resulullah böyle bir şey söylememiştir. O, yalnızca Câhiliyye halkının, kadın, ev ve atta uğursuzluk gördüklerini ve öyle inandıklarını bildirmiştir.” demiştir.[696]Bu sözleriyle Hz. Aişe, Rasûlullah’ın Câhiliyye halkının böyle bir inanca sahip olduğunu hikâye ettiğini ifade etmiştir. Ebu Davud’un Müsned[697]‘inde, Muhammed bin Raşid’in Mekhul’den yaptığı şu rivayet ise, konuyu daha değişik zemine çek­mektedir: Hz. Aişe’ye, Ebû Hureyre, “Rasûlullah’ın Uğursuzluk, üç şeydedir: Kadında, Evde ve Attadır” buyurduğunu haber veriyor, ne dersiniz diye sorulmuştu. O, şöyle cevap verdi: “Ebû Hüreyre Rasûlullah’ın huzuruna girdiğinde, Rasûlullah (s.a.v.): Allah Yahudileri kahretsin. Onlar: Uğursuzluk üç şeydedir: Kadında, Evde ve Atta­dır” diyorlardı, diye (Yahudilerin inancını) anlatıyordu. Ebû Hü­reyre hadisin baş tarafını ezberleyememiş”[698] demiştir.[699]

Bununla beraber Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde yer alan hadiste, konu uğursuzluk olarak değil, saadet ve mutsuzluk olarak açıklanmıştır: Üç şey âdemoğlunun saadetindendir. Üç şey de âdemoğlunun şekâvet[700]indendir. Saadet getiren üç şey: Saliha kadın, rahat ev ve iyi binittir. Âdemoğluna şekavet getiren üç şey de: Kötü kadın, kötü ev ve kötü binittir.[701]

GÜNÜMÜZDE: Çalışma prensibini bilmediğimiz maddeler, hakkında bilgi sahibi olmadığımız hayvanlar ya da dış dünyamızda hareket halinde olan gezegenler günümüzde de cahiliye inanışı gibi uğursuzluk inancı barındırmaya devam etmektedirler. Bu batıl inancın var olmadığı bir alan nerede ise yok denecek kadar azdır.

Bu tarz boş inançların hepsini burada açıklamak mümkün olmadığı için dünyada yaygın olarak görülen uğursuzluk inançlarından bir tanesini örnek olarak ele almayı daha uygun görüyoruz. Mesela aynanın kırılması ile gerçekleşeceğine inanılan bir uğursuzluk inancı vardır. Bu uğursuzluğun kapsadığı alanı ve bu inanç ile geçen zamanı ele aldığımızda, hala milyonlarca insanın bu inancı paylaştığını düşünmek bile akıl sahibini dehşete düşürmeye yetecektir. Aynaların ilk olarak kullanılışı eski Mısır devirlerine kadar uzanmaktadır. İlk zamanlarda pirinç, bronz, gümüş veya altın gibi metallerden yapıldıkları için kırılmaları da pek mümkün olmuyordu. O zamanlar aynanın, yüzeyden yansıttığı görüntü ile insan ruhunu gösterdiğine inanılıyordu. Bununla beraber camın kırılması sonucunda aynanın içinde bulunan ruhun, vücudun bir parçasını terk ettiği inancı da mevcuttu. Bu inanç, aynanın kırılması sonucunda oluşan uğursuzluğa(!) da bir zaman tayin etme gerekliliğini doğurmuştu. Birinci yüzyılda Romalılar, ayna kırılması sonucunda oluşan uğursuzluğun süresini yedi yıl olarak belirlediler. Romalılar, hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine inanıyorlardı. Bu, ayna veya camın kırılması sonucunda ruh ve insan sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerektiği fikrinden kaynaklanan bir inanıştı. 15. yüzyıla gelindiğinde ise İtalya halkı, aynanın kırılması halinde yedi yıl boyunca ölümden daha kötü bir yaşamları olacağına ve türlü felaketlere maruz kalacaklarına kendisini tamamen inandırmıştı. İnanç bu şekli ile tamamen kabul edildikten sonra, artık bunlara karşı önlem almak gerekmekteydi. Ve nitekim öyle de oldu. Alınan önlem şu şekildeydi: “Aynanın kırılan parçaları toplanır ve güneye doğru akan bir ırmakta yıkanırsa veya toprağa gömülürse kötü şans yok edilmiş olur.” Bu oldukça güzel bir önlem değil mi? Zira herkesin güneye doğru akan bir ırmağı olmayabilir. Sonra halimiz ne olur? Fakat alınan önlemler bununla sınırlı değildi. Yatak odasında bulunan ayna kullanılmadığı zaman, ruh içinde kalmasın diye örtülmeli, kırılan parçalar olursa içine bakmadan dışarıya atılmalıydı. Ölen bir insanın evindeki aynaların üstü muhakkak örtülmeliydi. Bunun akli açıklaması ise “Ruh gökyüzüne doğru çıkarken yolculuğunda herhangi bir engelle karşılaşmasın.” şeklinde idi. 17. yüzyılda da İngiltere ve Fransa gibi ileride çok modern olarak anılacak ülkelerde bu inanç hızla yayıldı. Günümüzde bile nerdeyse bütün dünyada bu uğursuzluk inancı hala devam etmektedir. Ve bu inanç artık öylesi bir hal almıştır ki bilinçli bir insan, en yakınındakini bile aynanın kırılmasının her hangi bir uğursuzluk sebebi olmadığına ikna etmekte zorlanmaktadır. Cahiliyyenin doğrusu, toplumun çoğunluğunun zan üzere kabul ettiği doğrulardan oluştuğu için, bu toplumlarda kimse birisini bir şeye kolay ikna edemez olur. Çünkü yapılan eleştirilere cevap, hazır bir şekilde gelir. “Bu kadar insan yanlış da, bir sen mi doğrusun?” İşte bir uğursuzluğun çıkmasını, yayılmasını ve kurallara bağlanmasını kısaca bu şekilde işlemiş olduk. Bunun gibi uğursuzluk çeşitlerinden birkaç tanesini bilgilendirme amacı ile aktarmamız gerekmektedir. Bu inanışlara kaynak vermemiz imkân dâhilinde olmadığı için, uğursuzluğa inananların kaynağını vermek ile yetineceğiz.

“Öyle derler” den rivayetle, oluşan inançlardan bazıları şu şekildedir:

  • Gece vakitsiz horoz öterse savaş çıkar. (Bu inanca göre, İkinci Dünya savaşı öncesinde öten horozların sayısını tahmin etmek imkânsızdır.)
  • Ezan sesini duyunca ulamaya başlayan köpek hayra yorulmaz. (Belki de köpek, ezan okunmasına rağmen namaz kılmayanların akıbetini hayra yormadığı için ulumaktadır.)
  • Gece köpek acı acı ulursa, yakında bir ölü veya ölen kimse olduğuna inanılır.(Sakın acıktığı için olmasın!)
  • Kedinin renginin siyah olmasını insanların birçoğu uğursuzluk olarak görmektedirler. (Kudret boyacısı olan Allah (c.c.)’ın siyah renge boyamış olmasından uğursuzluk çıkarana ne denir ki?)
  • Kurbağalar sesini yükseltirse yağmur yağar. (Bilim adamları bu inanç ile hareket etseler, belki de dünya da kuraklık kalmaz.)
  • Köpek uluması, felaket haberi olarak da kabul edilir. (Beynamazlıktandır. Felaket de kıyamet günü olmasın… )
  • Ala karga kimin evinde öterse o eve müjde gelir. Karakarga kimin evinde öterse, o evden cenaze çıkar. (Yakalar yakalamaz beyaza boyarsınız; böylece belayı etkisiz hale getirmiş olursunuz.)
  • Baykuş kimin evinde öterse o haneye, ya belâ ya da ölüm gelir. (Daha şimdi bu sebepten dolayı kargayı boyamadık mı? Bu zamanda huzuru temin etmek ne kadar da zor.)
  • Yolda görülen yılan hayra ve uğura işarettir. (Görüldüğü zaman yanına yaklaşılırsa daha da hayırlı sonuçlar alınacağına inanıyorum.)
  • Akşam ve yatsı ezanları okunurken köpek ulursa o civarda biri ölür. (Namazdandır, namazdan…)
  • Tavşan, tilki ve kara kedi yolu keserse, uğursuzluk gelir. (Elimde silah olsa da mı?)
  • Karganın ötüşü, misafirin yahut da gurbette bulunan birinden haber geleceğine işaret olarak yorumlanır. (Bu inanç, telefonun icadından önce olsa gerek.)
  • Merdivenin altından geçilirse boy uzamaz, kısa kalınır. (Bu inanç ise asansörü kullanan birinin boyunun uzun olacağına delalet etmektedir. Musa (a.s.)’ın Rabbine ulaşmak için yüksek bina yaptıran firavunun, asansörü kullandığını düşünürsek boyu ne kadar uzun olurdu acaba? )
  • Salı günü işe başlanırsa, iş bitmez sallanır. (Patronlar inanırsa, işçinin inanmakta zorlanmayacağına eminim.)
  • Çarşamba günü süt içmek, ev satın almak iyi değildir. (Emlakçıların ve sütçülerin, bu kötülüğe hizmet ettikleri için, idam ile yargılanmaları gerekir.)
  • Perşembe çamaşır yıkanırsa zengin olunur. (Deterjan fabrikası olanlar için inanılacak bir doğru olabilir.)

Türkçemizde Gûl, Gûlyabani olarak bilindiği gibi, cadı veya hortlak olarak da bilinmektedir. Günümüzde de ıssız yerlerden geçerken gulyabanilerin zarar vermesinin “destur” denilerek önlenmekte olduğu inancı yaygındır. Gulyabani ile ya da cinlerle evlenme inancı da günümüzde oldukça şöhret bulmuş inançlardandır.

Gezegenler döner ve yer değiştirirler. Günler dünyanın dönüşüne göre sürekli değişirler. Hayvanlar bir zamanda herhangi bir sebep ile öter veya ulurlar. Cinler ya da ruhani varlıkların da yaşam hakları olduğu için ıssız bir yerde yaşamlarını sürerler. Bu ve bunun gibi bütün oluşumlara şahit olunur, fakat bu eylemleri kendisine mal etmenin akıl ile bağdaşır hiçbir yanı yoktu.

Teşeüm: Uğursuz sayma, uğursuzluğa nisbet etme, kötüye yorma

[684] Kamus, II, 307; Alûsî, Bulugu’l-Erab, II, 340; Nevevî, Minhac (Şerhu müs­lim), XIV, 216

[685] Sahih Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercüme ve Şerhi, cilt. 4, s. 418–420

[686] İbni İshak, Sire, s.92; İbni Hişam, Sire I, s.201

[687] Kemalettin Demiri, Hayat’ul Hayvan, Meral yayınevi, s.206

[688] Müslim, Selam, 124

[689] Ebu Davud, Tıbb, 24

[690] Bulaşma

[691] Safer, İbnu’l-Esîr’in açıklamasına göre, bir yılandır. “Arablar zannederdi ki, karınlarında safer denen bir yılan var, acıkınca insanı sokar ve ezaya sebep olur.” Bunun, insan veya hayvan karnında bulunup sirayet ettiğine inanılan bir hastalık olduğu; bununla bizzat safer ayının kastedildiği, safer’e girilince uğursuzluğa uğranılacağına inanıldığı da söylenmiştir. (İbrahim Canan, Kutub-i sitte tercüme ve şerhi, Akçağ yayınları 11/468)

[692] Baykuşun bir dama konması ile eve geleceğine inanılan uğursuzluk

[693] Buhari, Tıbb 54; müslim, selam 101

[694] Müslim, Selam, 107–108, 1744–1745

[695] Sahih-i Müslim ve Tercemesi, cilt.7, syf. 87

[696] Aynî, Umdetü’l-Karî, XI, 396; İbn Kuteybe, Uyunu’t-Ahbar, 1147

[697] İsnat edilmiş, dayandırılmış 

[698] Ebu Davud, Müsned, 215 1537; İbn Hacer, Fethu’l-bari VI, 47

[699] Ali Çelik, Asr’ı Saadette İslam, Beyan yayınları, 4. Cilt, syf.55

[700] Sıkıntı, azap, işkence 

[701] Ahmed bin Hanbel, Müsned VII, 168